Baştan söyleyeyim de sonradan bazılarının diline düşmeyelim yine, yok ‘eş-dost muhabbeti’, yok ‘Ankaralı dayanışması’, yok ‘hatır gönül yazısı’ diye. Bunlardan bilhassa Ankaralı...

Baştan söyleyeyim de sonradan bazılarının diline düşmeyelim yine, yok ‘eş-dost muhabbeti’, yok ‘Ankaralı dayanışması’, yok ‘hatır gönül yazısı’ diye. Bunlardan bilhassa Ankaralı dayanışması bana da çok uyardı; ama bu o değil. Bir, bu bir şiir kitabı tanıtma/değerlendirme yazısı değildir. İki, Ahmet Erhan’ın 50. yaşına gecikmiş bir kutlama yazısıdır. Ömrü çoook uzun, şiiri her daim olsun diye. Üç, arada Ahmet Erhan’ın en yeni şiir kitabı ‘Sahibinden Satılık’tan (Everest, Nisan 2008)  alıntılar yaparsam, bu da onun deyimiyle “Üçe beşe bakmam /Hasarlı bir hayat-1958 model/Sahibinden satılık” dediği bir yaşamın izdüşümlerini yansıttığı için de doğal olarak tabii karşılanmalıdır.

Savunmamızı böylece verdikten sonra, suçumuzu güzel güzel işlemeye başlayabiliriz. Hukuk dilindeki karşılığını unuttum, Akif Kurtuluş çiçeği burnunda bir avukat olduğu günlerde heyecanla anlatmıştı, galiba bir de yazısı var bu hususta. Aklımda kaldığı kadarıyla, İstiklal Mahkemeleri’nde ya yargılamaların hızından ya sanık sayısının çokluğundan, belki gerekçeli karar yazacak vakit olmadığından, sanırım en doğrusu, aslında bir gerekçe de bulunmadığından, öte yandan adam muhalif olduğundan, ille de ortadan kaldırılması gerektiğinden, mahkeme reisleri verdikleri kararlarda şöyle derlermiş:  “Gerekçesi sonradan belirtilmek üzere sanığın şimdilik idamına...” Önce asalım, sonra nasılsa bir kulp takarız demenin hukukcası değil gugukçası! (İzzet Yasar’ın kulakları çınlasın, “Öttürdükçe öter hukuk kuşum” dediği herhalde bu durumlardaki guguk kuşuydu!)

Ahmet, en gencimizdi bizim, hâlâ da öyledir. Biz şiire 20’li yaşlarda başlarken, o daha lise öğrencisiyken, 17 yaşında, onu ünlendiren şiirlerini dergilerde yayımlamıştı bile. Topa da şiire de hepimizden önce girmiştir. Adana Demirspor’da Fatih Terim’le top bile oynamıştır maalesef. Neyse kendisini çok sevdiğimiz için bu kusurlu hareketinden ötürü bir ceza vermiyoruz. Çoğunun şiiri top niyetine taca attığı yıllarda Ahmet forvet olarak oynamayı sürdürmüştür. Şık çalımlar, yerinde paslar, iyi asistler ve hava toplarına hâkimiyeti kadar duran toplara sıkı vurmasıyla da birbirinden esaslı maçlar çıkaran Ahmet Erhan, unutulmaz gollere de imzasını atmıştır.

1981’de yayımladığı ilk kitabı ‘Alacakaranlıktaki Ülke’, artık üzerinde herkesin birleştiği üzre, 80’li yılların, benim de “1980 Yüzyılı” dediğim o uzun ve hâlâ süren zamanın açılış kitabı olarak özgünlüğünü, öncülüğünü hep koruyacaktır. Bir şairin umudunun bile, o yılların kopkoyu, göz gözü görmez, kurşun işlemez karanlığını ancak ‘alacakaranlık’ diye tanımlayabildiği yıllar. Sonra burada sayamayacağım kadar çok şiir kitabı; ama hepsi de yazıldıkları dönemin geniş bir topoğrafyasını, zamanın ruhunu ve elbette 80’den bu yana hızla değişen, lümpenleşen, gericileşen topluma, öteyandan da büyük bir market haline gelen hayatımıza, karamsarlığı, umutsuzluğu giderek yoğunlaşan bir şair olarak Ahmet Erhan’ın en sıkı, en sahici müdahaleleridir. Tıpkı bu kitabın adından başlayarak imlediği gibi: “Sahibinden satılık/markası silik, okunmuyor/antika niyetine/ama niye/içi temiz olmasa dağlarda bırakırdım/bir kötülüğünü görmedim, yalan olur/ama bir hayrını da/içi temiz dedim ya, has deri kaplama /Amerikalı değil, sanki dünya kırması/uçurumdan atarım, üstüme kayıtlı/devlet malına zarar vermekten filan /korktum açıkcası”. (‘Büyük İlan’ şiirinden)

Ahmet Erhan’ın Türkçenin en iyi şairlerinden biri olduğu kadar okunan bir şair olmasının bir nedeni de galiba onun Anna Ahmatova, Osip Mandelstam gibi soy şairlerle aynı dalga boyunda bir şair olması. Bu ne demek? Yaşadıkları düzenler, dönemler onların ülkelerine ve halklarına derin acılar çektirirken, bu acıyı bir şair duyarlılığı ve sorumluluğuyla doğrudan üstlenmeleri, başka şairlerden daha fazla hissetmeleri, bir anlamda başkalarının yerine de acı çekmeleri, ve toplumsal travma ile bireysel trajedinin buluştuğu yerde hakiki şiirler yazmış olmalarıdır, bence. Ahmet’in hiçbir şiirini göremezsiniz ki bir toplum, düzen, çağ, sistem eleştirisi olmasın, ama bazen kahırla, bazen tatlısert, bazen ironiyle, bazen bezginlikle, fakat her zaman onun ‘ses’ini duyuran, taşıyan bir eleştiridir bu: “Şimdi adamakıllı bir yağmur yağsa iyi olacak/Damarlarımı kurulasam, yeni bir şiire mi çıksam artık/Nasılsa Kürtler kardeştir, Amerika kalleştir/Durduk yerde otostop çağı da bitti, rakım, şarabım/Sigaram ve param bitti asıl, zaten yıllardır bitip durur bir şeylerim/Baktım, yumurtam ve makarnam.../Madem otostop çağını da bitirdik/Gitsem internette biraz sörf yaparak ter atsam:/Aerhan denen adamı bulsam da yumruklasam!” (‘Yanlış Coğrafya, 2’ şiirinden)

Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü de bu kitabıyla kazandı Ahmet Erhan. 50 yaşını ve ödülünü yürekten kutluyorum.  90’ımızda filan BirGün’de, 40 yıl sonraki kitabı için bir yazı yazmaya söz veriyorum: “90’ına kadar yaşarmışım/karımla çocuğumla kanserimle/Angelopulos’un filmlerinden kesik bir fragman/olarak, gönülsü gönülsü bakarmışım/yok, filmi hep başına sararmışım/moruklama dalarmışım hayata/.../Ne gülünç olur ama/çok gülünç olur ama...”