Dünya Tiyatro günü yaklaşırken, İzmir’de tiyatro yaşamı İstanbul’u aratmayan bir zenginlikte. Bir yanda Şehir Tiyatroları ve İzmir Tiyatro Festivali, öte yanda İstanbul’dan gelen konuk oyunlar…

Sahnede yankılanan acılar

Dün tiyatromuzun ve edebiyatımızın büyük yazarı Haldun Taner’in doğum günüydü. Tiyatrodan söz edeceğimiz bu yazıya onun adıyla başlamaktan daha güzel bir tercih olabilir mi? “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”, “Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım”, “Keşanlı Ali Destanı” gibi oyunlar yazılmasaydı, Devekuşu Kabare tiyatrosu kurulmuş olmasaydı tiyatromuz ne kadar yoksul olurdu düşünebiliyor musunuz?  İnsan sevgisini, nezaketi, zekayı, mizah duygusunu kişiliğinde bu denli bütünleştirmiş kaç yazar vardır dünya yüzünde. Cervantes’le, Moliere’le, Çehov’la, Gogol’le kıyaslanabilecek bu büyük yazarı saygıyla anarak başlayalım. 

Tiyatro Festivali 

İzmir’de Uluslararası Tiyatro Festivali, iki yıldır tiyatromuzun iki değerli kuramcısı Özdemir ve Hülya Nutku’nun anısına düzenleniyor, ama başlangıcı epey eskilere dayanıyor.

42 yıl önce Uluslararası İzmir Tiyatro Günleri adıyla başlayan festivalde her yıl birkaç yabancı oyunun yanı sıra İzmir ve İstanbul tiyatrolarının sergilediği oyunlar İzmir seyircisiyle buluşuyor. Geleneksel olarak 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde başlayan Festival, bu yıl Yerel Seçim ve Şeker Bayramı nedeniyle 18-27 Mart tarihleri arasında gerçekleşiyor. Açılışta Novi Pazar Bölge Tiyatrosu’nun oynadığı “Na pragu” (Eşik) oyunu sahnelendi. Hasan Erkek’in yazdığı oyun, taşradan büyük kente gelen bir ailenin yaşadığı acıları konu alıyor. Yeşilçam’ın çokça işlediği bu tema günümüz gerçeklerini yansıtmaktan ziyade nostaljik tınlamalar içeriyor. Hedef kitlesi, Novi Pazar’ın nüfusunun önemli bir oranını oluşturan Türk kökenliler, Boşnaklar olsa gerek. Yönetmen ve oyuncular ellerinden geleni yapıyor ama festivalin en iyileri arasında olduğunu söyleyemeyeceğim.   

Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali programında üç yabancı oyun daha var: Hamburg’da Türk ve Alman  tiyatrocuların kurduğu  MUT! Theater’ın “Kim Korkar Virginia Woolf’dan?”, Lüban’dan Theatre in Progress’in “Jogging” (Koşu) ve Yunanistan’dan Sebun Quartet’in “Tragedyalar”ını izleyeceğiz. Bugünün ekonomik koşullarında uluslararası bir tiyatro festivali düzenlemek kolay değil. Önemli toplulukların kaşelerini ödeyebilmek için sponsor desteğine ihtiyaç var. İstanbul ve Adana Tiyatro Festivalleri bunu başarıyor, İzmir’in de bu desteğe ihtiyacı olduğunu vurgulayalım. Festivaldeki yerli yapıtların geçen yıla oranla çok daha iyi olduğunu söylemeliyim.  Tiyatro Adam’ın “Einstein’ın İhaneti”, Tiyatro In’in “Kim Bu Ben?”, Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın “Kalabalık Duası”, Yolo Organizasyon’un “Ahretlik” ve Peyk & Mom yapım’ın “Hamiyet Müzikali” önümüzdeki günlerde izleyeceğimiz oyunlar arasında. İzmir tiyatrolarının oyunları festivalde önemli bir oran tutuyor, ama onları yıl içinde devam edeceği için, izleme listeme İstanbul’dan gelen yapımları almayı yeğledim.  

Acılarla yüzleşmek 

İstanbul’da bir türlü denk getiremediğim oyunu nihayet İzmir Tiyatro Festivali’nde izleme olanağını buldum. 2020-22 yıllarında pek çok kazanan, Yolcu Tiyatro yapımı “Gomidas” tiyatromuzun genç yazar-yönetmenlerinden Ahmet Sami Özbudak’ın imzasını taşıyor. Özbudak, 1900’lerin başında Kütahya’da doğan, dünyaca ünlü Ermeni besteci ve koro şefi Gomidas Vartabed’in öyküsünü şiirsel bir dille kaleme almış ve sahnelemiş. Gomidas’ın Paris’te bir akıl hastanesinde sonlanan yaşam öyküsünden etkilenmemek mümkün değil. Bestecinin Kütahya’dan Ermenistan’a, oradan Berlin ve Paris’e ve İstanbul’a  uzanan yaşamı başarılarla olduğu kadar acılarla da dolu. 1915’te başka Ermeni aydınlarla birlikte sürgüne (Çorum’a) gönderilmesinin ardından akıl sağlığını yitiren Gomidas, önce İstanbul’da ardından Paris’te bir hastaneye yatırılmış ve bir daha müzik yazmamış.  Fehmi Karaaslan’ın olağanüstü bir performans sergilediği oyunda Losorovç korosu, Gomidas’ın bazı yapıtlarından bölümler sergiliyor. Oyunu İstanbul’da Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde izleyebilenler, koroyu canlı olarak dinlemiş, ama İzmir’de videodan izleyebildik koroyu. Başarılı bir sahne düzenlemesi ile hiç yadırgatmayan bir uygulama içinde. Hiç kuşkusuz son yılların en başarılı yapımlarından biri… 

Tiyatro D22’nin “Hakikat, Elbet Bir Gün”ü de bir başka genç yazarımızın kaleminden çıkmış. Aynı zaman da çok iyi bir oyuncu olan Berkay Ateş bu oyunla hem yazar, hem de oyuncu olarak ödüller kazanmıştı. Oyunda Berkay’a eşlik eden kadroda, Gizem Erdem, Seda Türkmen, Emir Çubukçu, Can Kulak gibi başarılı oyuncular yer alıyor. Yönetmen Serkan Salihoğlu Ateş’in yorumu yalın ama etkileyici. Yakından tanıdığımız bir ülkede geçiyor oyun; bütün normallerin değiştiği, değerlerin alt üst olduğu bir ülkede…  Ateş, oyununu “hepimizin cebinden çıkması muhtemel o son mektubun, şarkılarla beraber anlatılan hikayesi” olarak tanımlıyor. Toplumumuz yaşadığı acılara tanıklık eden oyun, festivale yakışan yapımlar arasında. 

Yaralarımız Aşktandır   

Son günlerde izlediğim bir başka oyunla devam edeyim. Şiirleri İran’dan dünyanın dört bir köşesine yankılanan Furuğ Ferruhzad’ın yaşam öyküsünü Nazan Kesal’dan izlemek için dört yıl beklemem gerekmiş. Nihayet İzmir’de izleyebildik. Yazar, şair, ressam, yönetmen Furuğ’un şiirlerinden bir kurgu yapmak yerine, tek bir şiiri ana eksene oturtarak, mollaların gömmeyi reddettiği, musalla taşında bekleyen Furuğ’un ağzından acılarla dolu yaşam öyküsünü aktaran; Nazan Kesal’ın inceliklerle, nüanslarla, beden dilini ustalıkla kullanarak yorumladığı metni Şebnem İşigüzel kaleme almış; Berfin Zenderlioğlu yönetmiş. “Pencereyle görmek arasında her zaman bir aralık var” diyen şair, yalnızca İran kadınının değil, dünyanın dört bir yanında ezilen, horlanan, öldürülen kadınların sesi oldu, olmaya da devam edecek. Furuğ’un acısı, tıpkı Gomidas’ın acısı, Gezi’de canlarını yitirenlerin acısı gibi bizim acımız… 

Kel Diva 

Bu yılın yapımları içinde en çok merak ettiğim oyunlardan biriydi “Kel Diva”. İzmir turnesinde yakalama şansımız oldu. Uyumsuz (absürt) tiyatronun büyük ustası, Romen asıllı Fransız yazar Eugene Ionesco’nun “Kel Şarkıcı” oyununu Hasan Anamur’un çevirisinden,  “Kel Diva” adıyla yorumlamış Oyun Atölyesi. Birlikte kurdukları bu tiyatroda yıllar sonra bir araya gelen iki büyük oyuncu, Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay’a sahnede Yiğit Özşener, Özlem Zeynep Dinsel , Kıvanç Kılınç ve Gözde Kırgız’dan oluşan bir kadro eşlik ediyor. Yönetmen Muharrem Özcan, bu zor oyunu izlenmesi son derece keyifli, günümüzden esintiler taşıyan bir yapıta dönüştürmüş. Takım oyunculuğundan kostüm tasarımına dört dörtlük bir yapım. Kullandığımız sözcüklerin anlamını yitirdiği, tüm değerlerin yozlaştığı bir dünyada yaşanan anlamsız hayatları anlatan yazarın hiç eskimediğini, tam tersine daha da önem kazandığını gösteren çok başarılı bir Ionesco yorumu var karşımızda.  

39 Basamak ve Helikopter 

Son günlerde izlediğim İzmir tiyatrolarından iki oyunla bitirelim. Alfred Hitcock’un ünlü yapıtına da kaynaklık eden John Buchan’ın romanından Patrick Barlow tarafından tiyatroya uyarlanan, Mehmet Ergen’in dilimize kazandırdığı “39 Basamak”ı  Kenter Tiyatrosu’nda Mehmet Birkiye rejisyle, Okan Yalabık, Demet Evgar, Hakan Gerçek ve Bülent Şakrak gibi usta oyunculardan izlemiştim. Oyunu bu kez Bornova Şehir Tiyatrosu’nun yorumundan izledim ve çok keyif aldım. 1935 yılında, Nazi casuslarının cirit attığı Londra’da başlayan,  İrlanda’ya uzanan casusluk öyküsünü,  güldürü, hatta fars kalıpları içinde aktaran oyunu başarıyla yöneten Hakan Taner Yıldırım’ı, video-animasyondan yararlanarak usta işi bir sahne tasarımı ortaya koyan İlker Şahin’i ve oyunda sayısız kahramanı canlandıran dört kişilik dev kadroyu (Hakan Onat, Ege Kesmeci, Burak Budak, Yusuf Ulaş Palabıyık) ne kadar kutlasam az. Otuz yıllık bir tiyatro olan, ama bir ilçe tiyatrosu olduğu için büyükşehirlerdeki  şehir tiyatrolarının kadro olanaklarına sahip olmayan Bornova Şehir Tiyatrosu, ülkemizin yerel yönetim tiyatroları arasında seçkin bir konuma sahip.  

Üç yıl önce İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından, Yücel Erten’in Genel Sanat Yönetmenliğinde kurulan İzmir Şehir Tiyatroları’nın yeni oyunu “Helikopter” son günlerde izlediğim bir diğer oyun oldu. Bizlere Tuncer Cücenoğlu’nu anma fırsatı veren, politika, bürokrasi ve medya üçgenindeki kirlenmeyi konu alan oyunu genç yönetmen Bahadır Buyruk ve İzmir Şehir Tiyatrosu ekibi başarıyla yorumluyor.  Özellikle, yönetmenin final buluşu alkışa değer. Evet eski bir oyun, ama yazıldığı 1990’lı yıllardan bu yana toplumsal yaşamımızı belirleyen ilişkilerin değişmediğini, hatta daha da kötüye gittiğini görmek acı verici.