Önümüzdeki hafta sonu (10 Ağustos 2014) yapılacak Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, biçim itibarıyla “tarihi” öneme sahip bulunuyor.

Önümüzdeki hafta sonu (10 Ağustos 2014) yapılacak Cumhurbaşkanlığı Seçimleri, biçim itibarıyla “tarihi” öneme sahip bulunuyor. Çünkü Cumhuriyet döneminin halkoyu ile seçilecek ilk cumhurbaşkanı Çankaya’ya çıkacak.
Türkiye Cumhuriyeti’nin hücre yapısına sinmiş olan “Kürt Sevgisi” bu seçim ortamında yine coşmuş durumda..! Seçimlerde pozisyon almış, aday çıkartmış olan siyasi yapılardan, kendilerinin ne yapacaklarını bir türlü izah edemeyenlere kadar geniş bir siyasi yelpaze, ortak dil meydana getirdiler:
-Kürtler bu seçimlerde şöyle davranmalıdırlar!
Ortada çok fazla akıl ve de fikir var! Tabii bu kadar fazla olan akıl ve fikir için ona uygun miktarda “kurmay heyeti” de bulunuyor. Fakat bu kurmay heyetinin vereceği akılları ve fikirlerini benimseyip 10 Ağustos’ta uygulayacak bir kitle tabanı söz konusu olduğunda o kadar parlak bir durum ortaya çıkamıyor.
Belki de bu yüzden öncelikle etkili bir seçmen tabanına sahip Kürtlere dönüyor yüzler. Kibar ve nazik biçimde şöyle deniliyor:
-Bakın Kürtler, kukla olmayın, Erdoğan’ın değirmenine su taşımayın!
Bu çağrı tepelerde yer alan Kürtlere yapılıyor.
Bir de taban çağrıları var:
-Kürt vatandaşlarımız oyuna gelmeyin, kendi adayınıza oy vermeyin!
Oysa bu ülkede vatandaşlık ile Kürt birey arasında o kadar büyük uçurumlar oluşturuldu ki, bunca yazıya çiziye rağmen büyük bir çoğunluk hala aynı yerde dans ediyor:
-Bana Kürtlerden söz etme!
Vedat Türkali ilk basımı 1996’da yapılan “Özgürlük İçin Kürt Yazıları” adlı kitabında eski yıllardan bir “yurttaşlık” örneği veriyor:
“1946’da Demokratlar İsmet İnönü’yü devirmek için Otuz üç Kurşun, general Mustafa Muğlalı olayı üzerine gösterişli yaygara kopardıklarında, askeri lisede öğretmendim. Yasadışı öldürülmüş 33 yurttaştan söz ediyordu basın… Askerler sessizdiler, fakülte bitirmiş sivil tarih öğretmeni ‘ne yurttaşı efendim’ demişti:
-Kürt onlar Kürt!.. İnsandan bile saymam ben onları!”
Sonra Kürtler “insandan sayılmaya” başlandılar. Dağda “ölü ele geçirilmiş”(!) gerillaların sayısıyla, şehirlerde faili meçhul cinayetlere kurban edilmiş Kürt aydınlarının toplamını sayarak ifade ettiler.     
Diğerleri bu duruma üzülüyorlardı ama ne yapacaklardı? Silahlı mücadeleye girmişlerdi! Hiç bir devlet dağda silahla dolaşan gruplara karşı sessiz kalamazdı! Mecburen öldürüleceklerdi!
O günler geçti, bu günlere geldik. Kürtler, mevcut partilerinden biri kapatıldıkça diğerini açarak parlamenter rejim içinde demokrasi mücadelesi verdiler. Hem kendilerini hem de demokrasiyi genişlettiler! Çağdaş(!) partiler kadınlara yüzde kaç kota verelim diye tartışırlarken Kürtler, hayatın yarısını oluşturan kadınlara yüzde 50 yer sağladılar!
Bakarak dersler çıkartılabilinir. Ama öyle yapmak biraz zor… Onun yerine Kürtleri yine bilinçlendirme (!) adına en kabasından dersler veriliyor:
-Bakın Kürtler, siz ne yapın biliyor musunuz?

  

Üst başlık: 1934 Trakya Olayları var

Başlık: Mario Levi’ye özür borcu!

İsrail, bütün Filistinlileri öldürerek Orta Doğu Sorunun çözeceğine inanmış vaziyette davranıyor. İleri teknoloji ile donattığı ordusuyla taş atan Filistinlileri topluca katlediyor. Kök kurutma teorisi gereği, hamile kadınlar ve küçük çocuklar da askeri hedef olarak görülüyor.
Dünyanın çağdaş değerlerini savunan devletleri de bu vahşeti “İsrail’in kendini savunma hakkı” olarak değerlendiriyorlar!
Türkiye’de ise ölenlerin Müslüman, öldürenlerin de Yahudi olmalarından yola çıkan İslamcı sağcı sivil(!) toplum kuruluşları, inisiyatifleri, sanatçıları, aydınları (!) İsrail ürünlerine karşı boykot çağrıları yapıyorlar. İsrail’in en büyük müşterisinin iş başındaki AKP Hükümeti olduğunu görmezden gelerek kaleme kağıda da saldırıyorlar:
-Yahudi yazar Mario Levi’nin kitaplarını da almayalım!
1492’de İspanya’dan Anadolu’ya gelmiş 500 yılı aşkın süredir İstanbul ve büyük batı illerinde yaşayan Yahudilere hala “dışardan gelmiş” muamelesi yapıyorlar.
Çağrı yapanlar içinde İstanbul’a Levi kadar erken gelen var mıdır? Mario Levi İsrailli değil İstanbulludur. Türkiye’nin yazarıdır.
Eğer bu orta zekalı öneri sahipleri Türkiyeli Yahudiler için bir şeyler yapmak istiyorlarsa değerli araştırmacı Rıfat Bali’nin “1934 Trakya Olayları” kitabını okumalılar. Sonra da başta Mario Levi olmak üzere bütün Türkiye Yahudilerinden özür dilemeyi öğrenmeliler!
1934’te onlara yaşatılan onca açıya karşın bu toprakları bırakıp gitmeyip, yarattıkları bütün değerleri Türkiye hanesine yazdırdıkları için… Bu taş kafaların cehaleti için bizler diyoruz ki:
-Özür dileriz Mario Levi!..