Türkiye yerel seçimlere doğru giderken, yarım kalmış, diğer bir ifadeyle sonuçlanmamış bir hesaplaşmanın da eşiğinde duruyor. Bu yarım kalan hesaplaşma zorunluluğu, tarihsel bir derinliği olsa da –ki bu ayrı ve çok daha önemli bir konudur- esas itibarıyla 14-28 Mayıs 2023 seçimlerinde ortaya çıkan tablodan kaynaklanıyor. Çünkü, söz konusu seçimi islamo-faşist cehpe kazanmış görünse bile, gerçek tablo çok daha farklıdır. 

Her şeyden önce, iktidar olmanın ve devleti ele geçirmenin bütün olanaklarının kullanılmasına; adil ve demokratik olmayan koşullara karşın, ancak burun farkıyla, yani çok küçük bir oranla kazanılan bir seçimdir. İslamcı faşist ittifak bakamından bir yenilgi olmasa da ama bir zafer de değildir. Deyim uygunsa bir “pat durumu” söz konusudur. 

Bu nedenle, islamo-faşist iktidar rejim değişikliğini tamamlayacak “radikal” adımlar atmak konusunda tereddütler yaşıyor. Her an bozulabilecek bir “suni denge” oluşmuş durumda. Tarihin akışına direnen, isanın doğasına karşı savaşan, akıl ve bilim merkezli bir toplumsal ve siyasal düzen yerine inanç merkezli bir bilgi anlayışına dayanan bir düzen kurmaya çılaşan dinci-faşist iktidar, geri dönüş eşiğini aşacak tedbirler almaya çalışıyor. Ancak, bunu yapabilmek için daha kesin bir zafere, Türkiye’nin cumhuriyetçi, sol ve demokratik güçlerinin kesin olarak yenilgiye uğratıldığı bir “zafere” ihtiyacı var. İşte Erdoğan-AKP iktidarı, ihtiyaç duyduğu bu “zaferi” önümüzdeki yerel seçimlerde elde etmeye çalışacak. 

***

Cumhuriyetçi-demokratik güçler ile siyasal islamcı hareket ve faşist milliyetçiliğin oluşturduğu cephe arasında geçen 14-28 Mayıs 2023 seçimlerinin kaybedilmesinin asıl nedeni, muhalefet güçlerinin akıl almaz hatalarıdır. Bu hataların başında, sık sık vurguladığım gibi, ideolojik-kültürel mücadeleyi (özellikle laiklik konusunda) ihmal etmek, devrimci bir mücadele hattı oluşturamamak ve siyasal cesaret yoksunluğu geliyor. 

Bu nedenle, toplum hala tamamlanmamış bir tarihsel hesaplaşmanın eşiğinde duruyor. Ülke, ya insanlığın ilerici birikimini içererek geleceğini yeniden kuracak ya da bir önceki çağın değerler dünyasına teslim olacak. Başka bir anlatımla, ya karşı devrim saldırısı yenilgiye uğratılacak ya da toplum İslam dünyasının uzayan Ortaçağının içine sürüklenerek sonu belirsiz karanlık bir yola girecek. 

Bu çatışma ekseni kavranmadan, toplumsal güçler buna göre konumlanmadan Türkiye’de gerçek anlamda siyaset yapmak ve ülkenin kaderinde ya da geleceğinde rol oynamak mümkün değildir. Sol ve ilerici güçler bakımından geniş toplum kesimleriyle buluşmanın, kitleselleşmenin ve gerçek anlamda bir siyasal güç olmanın yolu da bu gerçeği kavramaktan geçiyor. Değilse sınıf mücadelesi alanının ve siyasal kavganın yürüdüğü sahnenin bir aksesuarı olmanın ötesine geçilemeyecektir. Bu çatışma ekseninin belirleyici ve anahtar kavramı laikliktir. 

*** 

Laiklik için amasız, fakatsız ve sulandırılmamış bir mücadeleyi esas almayan ilerici, sol, sosyal demokrat, sosyalist, devrimci, halkçı, hatta demokratik sağ dahil, hiçbir hareketin etkili olma, ciddiye alınacak bir güç haline gelme şansı yoktur. Çünkü, bugün sınıfsal mücadelenin eksenini de laiklik, yani emekçilerin aklı ve vicdanının yeniden özgürleştirilmesi için verilen kavga oluşturmaktadır. Eğer bu yapılamazsa, işçi sınıfının en iyi olasılıkla sendikal mücadele düzeyinde -o da çok sınırlı şekilde- kalması kaçınılmazdır. Diğer bir ifade ile kapitalizme ve islamcı faşist  iktidara karşı siyasal mücadele bilincine ulaşması mümkün değildir. 

Çünkü laiklik, bir orta sınıf fantezisi ya da Kemalist bir saplantı değil, demokratikleşmenin de sosyalizm mücadelesinin de üzerinde yükseleceği bir zemin, olmazsa olmaz bir ön koşuldur. Laiklik, çağımızda burjuvazinin terk ettiği bir değer, iktidarını sürdürmek için bir önceki çağın ideolojisine iltica ederek ortada bıraktığı bir ilkedir. Laiklik öncelikle emekçiler için gereklidir. 

Bu konuda gerici-liberal ideolojik hegemonyanın bir ölçüde devam ettiği açık. Bu hegemonya tam olarak kırılmadan ve sol kendi tarihsel ve ideolojik referanslarına dönmeden kıytırık bir güç olmayı aşamayacaktır. 

Eğer bu tablo değiştirilemez ve laiklik ekseninde gericiliğe ve faşizme karşı cumhuriyetçi bir mücadele cephesi oluşturulamaz ise, bunun kimseye, bu arada Kürt ulusal hareketine de hiçbir hayrı olmayacaktır. 

Bu nedenle öncelikle sol, önüne ardına hiçbir kayıt düşmeden, karalı bir şekilde laiklikten yana olduğunu ilan etmelidir. Daha önemlisi, halkçı ve demokratik belediyeciliğe ilişkin taleplerin ve vurguların yanı sıra, önümüzde yerel seçimlerde ideolojik-kültürel mücadele ihmal edilmemelidir.