"Öğrencilerin mağdur olmamaları için gereken her türlü senaryolar hazır." (12 Mart, AA)

"Olasılıklar üzerinden A senaryosu, B senaryosu, C senaryosu gibi senaryolar üzerinde çalışıyoruz." (20 Mart, okulların kapatılması kararı üzerine açıklama)

"Okulların tam olarak açılması ve tüm öğrencilerin okula devam etmesi birinci senaryomuz." (30 Temmuz, Hürriyet'e yaptığı özel açıklama)

"Bilim Kurulu verileri doğrultusunda belirlenecek her tarih için senaryomuz hazır." (Tweetlerinden biri)

Tarih 22 Temmuz, Tarafsız Bölge programında Ahmet Hakan'a anlatıyor:

"Bizim üzerinde çalıştığımız dört senaryo var;

Biri tamamen açık,

İkinci senaryo da şöyle...

Üçüncü senaryo şu...

Bu da dördüncüsü..."

"31 Ağustos'ta yüzyüze eğitim başlamazsa senaryomuz var demiştim ya, onun gereğini de bir ay önce hazırladık. Başlasaydı onun gereğini de hazırlamıştık. Onun için hiç tedirginlik yaşamıyoruz, sadece kaliteyi yükseltmeye çalışıyoruz. Canlı derslerin kapasitesini en az on kat artırdık." 28 Ağustos, basın toplantısı)

Ziya Selçuk, iyi bir senaryo yazarı, bunda kuşku yok. Zaten yapımcı da onu senaryo yazsın diye görevlendirmişti. Bazen yazdığı senaryoyu yönetme hevesine kapılsa da yapımcının yönetmen olduğu filmlerde bu pek mümkün olmaz. Sanırım o da bunu anladı ki yeni senaryolar yazmaya devam ediyor.

Popülist politikalar ve politikacılar sahnelenecek senaryo yazmaz, yazamaz. Senaryo oyunun hikâye kısmıdır, aslolan hikâyeyi sahnelemektir. Oyunun çekimi iyi bir yönetmen, maharet ve maliyet gerektirir, bu da onlarda yok. Buna rağmen geniş bir izleyici kitlesi sükûnetle oyunu görmeyi bekliyor.

Bir türlü çekilmeyen filmin fragmanını izlemek için 21 Eylül’de ekran başında toplanan seyircilerin kayıtsızlığına bakılırsa, iktidarı ve onun bakanını eğitimdeki krizin sorumlusu olarak göremeyiz. Onlar yapmaları gerekeni yapıyor. Bu aptalca bekleyişten vazgeçilmezse uygulanabilir, gerçekçi senaryoların yazılması, yazılanların ortaya çıkması mümkün olmayacak.

Şu üç Selçuk'tan sakının

Üç Selçuk'tan birincisi Eğitim Bakanı, ikincisi Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyesi, üçüncüsü ABD'de hoca. Bu üçlü, eğitimde piyasacı (neoliberal) Amerikan ekolünü temsil ediyor.

Amerikan ekolü bütün eğitimsel kararlarında piyasayı gözetir. Piyasanın din ve dincilerle herhangi bir problemi yok. Dolayısıyla Amerikan ekolünü takip edenler de eğitimin dinselleştirilmesini sorun etmez.

Bakan olanını anlatmama gerek yok, her gün sahnelenmeyecek/sahnelenemeyecek senaryolarla karşınıza çıkıyor, onu biliyorsunuz.

İkincisi, Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyesi ve aynı zamanda eğitim alanında yatırımları olan TED şirketinin CEO'su. Erdoğan, bakanının bakan olmadan önceki patronluğunu dikkate alarak onu Kurulu üyesi olarak atayıp hiyerarşiyi bozmadı. Bugünlerde onun televizyonlarda çok sık görüyorsunuz, iktidarın bir parçası, özel okul işletmecisi değilmiş gibi ortadan konuşuyor.

Diğer Selçuk New York Üniversitesinde profesör; düşünceleri iktidarda olmasına rağmen siyaseten nerede olduğu bilinmiyor. Bazen onu muhalefetle birlikte görüyorum. Son günlerde düşünceli davranıp tweetlerinde yoksul öğrencilerin ihtiyaçlarını dile getirse de dillendirdiği sorunu iktidarla ilişkilendirmekten özenle kaçınıyor. 50 liraya sattığı 140 sayfalık kitabını sosyal medya hesaplarına sabitleyerek takipçilerini potansiyel müşteri olarak görmesi pazarlamacı izlenimi veriyor. Çok kişi itibar etse de itibar edilecek fikirleri yok. Yoksulların eğitimine nihai çözüm olacak kamusal eğitimden yana değil. İlk iki Selçuk’un miadının dolacağı gün için yedek kulübesinde bekletiliyor gibi...

Birincisi iktidarda, ikincisi ortada, üçüncüsü muhalif gibi gözüken Selçuklar’ı etkili ve yetkili klan, Türkiye'nin eğitim sorununa çare olabilecek fikir sahibi olmalarından kaynaklanmıyor. Başta basın olmak üzere taşıyıcısı oldukları ekolün ardındaki güç odakları onları önümüze koyuyor. Senaryolara kanıp oyunu görmek istemezsek bir Selçuk gider öbür Selçuk gelir. Ve bu oyun böyle devam eder...