6 Ağustos Hiroşima’ya atom bombası atılmasının 78. yıldönümü. 2 Ağustos’ta da 79. yılında Roman soykırımını andık. Bu iki önemli gün nedeniyle belgesel sinemanın önemi üzerinde durmak istiyorum.

Seslerimiz özgürlüktür

Muğla Akbelen’de bir yandaş şirketin linyit madeni araması için binlerce çam ağacının kesilmesine sanatçıların tepkisiz kalması mümkün değildi elbette. İmzalarıyla katliama dur diyen, direnişçileri yalnız bırakmayan sanatçıların yanı sıra, belgeselci gençlerin çabalarını da övgüyle anmak isterim. Geçen yıl çekilen üç belgeseli (Mervan Serhat Sarışın’ın Akbelen ormanının yanı başında yaşayan direnişçilerle gerçekleştirdiği “Zeytinliğin Ardı”, Selen Çatalyürekli’nin “Umut Her Zaman Var- İkizköy’ün Hikayesi” ve Medyascope’un yaptığı “İkizköyün Hikayesi- Akbelen Ormanı Direnişi”ni) yenilerinin izleyeceğine kuşkum yok. Üstelik Antakya’nın Dikmece köyünden de benzer haberler geliyor. Orada da TOKİ’ye alan açmak için zeytinliklerin yok edilmesi söz konusu. 

Geleceğimizi ilgilendiren bu katliama karşı tepkimizi gösterirken, geçmişin felaketlerini de göz ardı etmememiz gerekiyor. Geçmişi bilmeden gelecek üzerine ahkam kesmek istemiyorsak, sanat yapıtları bize çok değerli ipuçları sunabilir. Özellikle belgesel sinema, belgesel tiyatro oyunları (“Oppenheimer Olayı”, “Rosenbergler”, “Dimitrov ”, “Soruşturma”, “Şili’de Av”,“Alpagut Olayı”, “Sivas”, “Sakıncalı Piyade”, “Lozan”), kurmaca filmler (“Potemkin Zırhlısı”, “Gandhi”, “Lincoln”, “1917”, “Nixon”, ”Enigma” vb), romanlar (Tolstoy’un “Savaş ve Barış”, Gorki’nin “Ana”, Joseph Conrad’ın “Karanlığın Yüreği”, Hewingway’in “Silahlara Veda” ve “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”, André Malraux’nun “İnsanlık Durumu” ve “Umut” romanları vb) yol gösterici olabilir. Hatta, şiirler… Nâzım’ın ‘Kız Çocuğu’ şiirinin etkisini düşünün...  “Kapıları çalan benim / kapıları birer birer./ Gözünüze görünemem / göze görünmez ölüler” diye başlayan ve “Çocuklar öldürülmesin / şeker de yiyebilsinler” diye biten şiirin çevrilmediği dil kalmış mıdır acaba?  

Hiroşima'nın yıldönümünde 

Yılın en önemli sinema olaylarından biri, Christopher Nolan’ın “Oppenheimer”ı şu günlerde sinemaseverlerin dilinden düşmüyor. Ve dolaylı biçimde de olsa, Atom bombası felaketini milyonların ilgi alanına taşıyor. Tıpkı, Nâzım’ın “Kız Çocuğu” şiiri gibi… Bu önemli filmden söz etmek için daha çok nedenimiz olacak. ‘2023’ün en iyileri’ içinde ve gelecek yılın Oscar’ları çerçevesinde… Şimdilik filmi bir yana koyarak, atom bombasının kurmaca ve belgesel sinemadaki yansımalarına odaklanmak istiyorum. Çünkü bugün Hiroşima felaketinin yıldönümü. 6 Ağustos 1945 günü ABD’nin Hiroşima kentine atom bombası atarak, 140.000 kişinin ölümüne neden olduğu gün. 8 Ağustos günü de Nagazaki’ye ikinci atom bombası atılmış, orada da 80.000 kişi yaşamını yitirmişti.      

Sinema dünyası bu felaketi yorumlama gereğini duydu ama Amerikan yapımlarının tek yanlı bir bakıştan kurtulması pek olası değildi. “Manhattan Projesi”, “Gölge Oyuncular” (The Fat Man & Little Boy) vb. Amerikan sinema endüstrisi bu trajediden etkileyici dramatik yapımlar çıkartmakta çok mahirdi. CIA ajanları ‘düşman’ların elindeki atom silahlarını son anda imha etmeyi başarıyor; komünistlere ya da uzaylılara karşı kullandıkları atom silahları ile insanlığı kurtarıyorlardı! Nükleer bir felaket sonrası insanlığın karşılaşacağı felaketler pek çok bilim-kurgu filmine konu oldu. Ama hiçbiri, Stanley Kramer’in “Kumsalda” filmi kadar etkileyici olmadı.  Gerilim türünde, nükleer enerji kullanımının tehlikelerine işaret eden James Bridges filmi “Dünyanın Kaderi” (The China Syndrome) türün klasikleri arasına giren bir yapımdı. Kara mizah türünde de pek çok film yapıldı. En iyileri, Woody Allen’in “Dr. Garipaşk ya da Dertlenmeyi Bırakıp, Bombayı Sevmeyi Nasıl Başardım?” olsa gerek. Avrupa sinemasının ustalarından Alain Resnais’nin “Hiroşima Sevgilim”i ile Japon sinemasının ustalarından Kaneto Shindo’nun “Hiroşima Çocukları” bu temayı ele alan başyapıtlar olarak tarihte yerlerini aldı. Japon yönetmen Jimmy Murakami’nin “Rüzgâr Estiğinde” adlı animasyon filmini de izlenmesi gerekenler arasında not almanızı öneririm. 

Çok sayıda belgesel de yapıldı bu konuda. Kevin Rafferty, Jayne Loader ve Pierce Rafferty’nim yönettiği 1982 yapımı “Atomic Cafe” izlediğim en etkileyici belgesellerden biri olarak hala belleğimde. Manhattan projesi üstüne bir film olan “Trinity’den Sonraki Gün”, Japon yönetmen Hideo Sekigawa’nın “Hiroşima”, Steven Okazaki’nin ”Beyaz Işık/Siyah Yağmur: Hiroşima ve Nagasaki’nin Yok Edilişi” filmleri de türün en iyileri arasında. Şu sıralar tüm dünyada önemli bir gişe başarısı kazanan Christopher Nolan’ın filmini izleyenler, bu konuda yapılan yeni bir belgeseli, Christopher Cassel’in yönettiği “Savaşlara Son Vermek İçin: Oppenheimer ve Atom Bombası”nı da izleyecekler mi, göreceğiz. Eleştirmenlerin beğenisini kazanan bu filmin ülkemize gelmesini dört gözle bekleyeceğiz.   

Porajmos 

Roman dilinde ‘soykırım’ anlamına geliyor bu sözcük. 2 Ağustos, Roman Soykırımını Anma Günüydü. İstanbul Büyükşehir Belediyesi çocuklara yönelik barış temalı bir etkinlik gerçekleştirdi. Başka kentlerimizde bu önemli yıldönümüne ilişkin etkinlikler düzenlendi mi, bilmiyorum. İzmir Büyükşehir Belediyesi Sosyal Projeler Dairesi Kentsel Adalet ve Eşitlik Şubesi’nin düzenlediği, “Seslerimiz Özgürlüktür” (Our Voices are Freedom)  adlı Fransız belgeseli, Kent Konseyi’nin Gündoğdu Meydanı’nda gerçekleştirdiği etkinliği ve İzmir Sanat’taki paneli içeren program doyurucuydu. Belgeselde, İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından kamplarda toplanan Romanların savaşın sonunda Fransızlar tarafından kurtarıldıktan sonraki yaşamlarında ırkçılık ve ayrımcılığa maruz kalmaları anlatılırken, Roman halkının direncini ve yaşama sevincini müzikle ifade etmesi vurgulanıyordu.  

Roman soykırımı kurmaca filmlere de konu oldu. Geçen yıl, İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde konuğumuz olan Roman asıllı Fransız yönetmen Tony Gatlif’in “Korkoro”, Romen yönetmenler Radu Mihaileanu’nun “Hayat Treni” ve Polonyalı/Belarus yönetmen Alexander Ramati’nin “Ve Kemanlar Sustu” filmlerini de izleme listenize almanızı öneririm.    

Bir şiire girmek 

Belgesel sinema, tarihsel olaylar kadar bireysel tarihleri de konu alır. Büyük savaşçılar, dünyanın kaderini değiştiren devrimcilerin yanı sıra büyük sanatçılar da belgesel yapımlara konu olmuştur. Picasso’dan Andy Warhol’a, Dali’den Ai Weiwei’ye sayısız sanatçı…  Sinemamız, çoğu zaman sansür, biraz da ekonomik koşullar nedeniyle biyografik belgesel türünde fazla ürün vermemiştir. Hele sanat insanlarını konu alan ürünlerin sayısı pek azdır. Tabi, bu alanda ürün vermiş belgeselcilerimize haksızlık yapmayalım. Son zamanlarda yaşayan değerlerimiz üstüne yapılan belgesellerin sayısında bir artış var. Osman Okkan, Can Dündar, Nebil Özgentürk’ün Nâzım Hikmet belgeselleri, Metin Avdaç’ın “Sabah Yıldızı - Sabahattin Ali”, Mesut Kara’nın Erkan Yücel, Sami Hazinses, İzzet Günay belgeselleri, Hüseyin Tabak’ın “Çirkin Kral Efsanesi”, Ahmet Soner’in “Yılmaz Güney belgeseli Adana - Paris”, Selçuk Metin’in “La Diva Turca: Leyla Gencer, “Ve Perde - Haldun Taner”, ”İyi ki Yapmışım - Metin Akpınar”, “Genco”, “Yaparsın Şekerim - Haldun Dormen”, Önder Esmer’in “Aşk, Ateş ve Anarşi Günleri: Onat Kutlar ve Türk Sinemateki”, Mehmet Güreli’nin “Bir Zamanlar Yeşilçam - Abdurrahman Keskiner” ve “Necip Sarıcı“ belgeselleri sanat insanlarımız üstüne yapılmış yapımlar arasında ilk akla gelenler. 

“Bu şiire girmek için / yıllarca bekledi / şu yaşlı ağaç./ Kimse onu anlamadı./ Yanından geçen / birini görünce / usulca kımıldanmasını bile / bir şeylere yormadı…/ Yolun kıyısında duran / yapraksız, tozlu ağaç / işte bir şiire girdin./ Artık yalnızca / bir ağaç / değilsin.” 

4 Ağustos’ta 10. ölüm yıldönümünde andığımız değerli şair Ahmet Erhan, bir ağaç için bir şiire girmenin önemini böyle anlatıyordu. Bir şiire, bir öyküye, bir oyuna ya da bir filme konu olan bir birey ya da bir olayın ölümsüzlüğe kavuşmasını nasıl da yalın bir biçemle anlatmış sevgili Ahmet Erhan. 

Hafta içinde yitirdiğimiz değerli sinemacı Safa Önal, 395 senaryosuyla Guinness Rekorlar Kitabı’na girmişti ama bir belgesele konu olmuş muydu acaba? “Ah Güzel İstanbul”dan “Vesikalı Yarim”e sinemamızın önemli yapıtlarında imzası olan, senaristliğinin yanı sıra yönetmenliğini üstlendiği 26 film olan Önal’la yapılmış çok sayıda röportaj olduğunu biliyorum. Lütfi Akad, Salih Tozan, İzzet Günay belgesellerinde konuşmuşluğu da var. Yasemin Arpa’nın “Ne Kadar Gamlı Bu Öğle Vakti - Safa Önal” kitabı İş Bankası Yayınlarından çıkmıştı. Bunlardan da yararlanarak bir belgesel yapmayı hedefleyen belgeselcilerimiz vardır mutlaka...  

Değerlerimize sahip çıkamamak gibi bir sorunumuz var. Yalnızca geçen hafta ölüm yıldönümlerinde andığımız ve önümüzdeki hafta anacağımız sanatçılardan örnek vereyim: 4 Ağustos 2012’de yitirdiğimiz Metin Erksan hakkında bir TRT belgeseli var. Ama, tiyatromuzun ve sinemamızın öncü sanatçılarından Ahmet Fehim, tiyatro yazarı ve yönetmen Sermet Çağan, sayısız film ve dizide imzası olan senaryo yazarı Umur Bugay, ressam-gazeteci yazar Fikret Otyam, sinemamızın ilk profesörü Alim Şerif Onaran, her biri edebiyatımızın bir kilometre taşı olan yazarlarımız Bekir Yıldız, Mahmut Makal, Tarık Dursun K., Abbas Sayar, Can Yücel…  Hangisi hakkında doğru dürüst bir belgesel yapabildik? Bu sorunun muhatabı, hem belgeselcilerimiz, hem de kültürümüze sahip çıkma iddiasındaki kamu ve özel sektör kuruluşları ile kentlerinin sanatçılarına sahip çıkamayan yerel yönetimler…