David Fincher‘ın Netflix‘te yeni gösterime giren ‘The Killer‘ filminin başlangıç sahnesi, durgun huzursuz zamanımızın değişen öznesi için ipuçları sunuyor. Her saniye şu kadar insanın ölüp şu kadar insanın doğduğunu istatistiksel olarak yanıtlayıp profesyonel bir katil olarak yaptığının çok da bir şeyi değiştirmediğini iddia ediyor örneğin. Dünyayla ve diğer insanlarla bağlantısı olmayan, kendisinden başka hiçbir şeyi umursamayan biri. Kalp hızını kontrol edebilen neredeyse robotlaşmış biri olarak kendi kendine yeten, kişisel gelişim endüstrisinin tam ve eksiksiz bir modeli olarak karşımıza çıkıyor. İç sesi, sanki bir yapay zekâya bağlıymış gibi sürekli istatistiksel bilgiler paylaşıyor. Sadece güçlü olup hayatta kalma çabasına indirgenebilir mi bir insan yaşamı? Şu an yaygın kabul bu.

DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK

Aslında, içinde yaşadığımız dünyanın insan tarafından belli bir azınlığın çıkarlarına göre yaratılmış olduğunu unutuyoruz. Yaratılan bu dünyanın değiştirebilir olduğu bilgisi dolaylı olarak gizleniyor. Sadece bireysel olarak insanların kendilerinden sorumlu olduğu ve kendilerini değiştirerek bu dünyaya uyumlu olunacağı üzerine kurulu bir hayat felsefesi içine hapsediliyor çoğunluk. Hayatta kalmak için kullandığımız yaratıcılığımızın dünyayı değiştirebileceği unutturulmaya çalışılıyor.

İRONİ

Ama içinde bulunduğumuz bu durgun huzursuzluğun ve umutsuzluğun yeni bir şiirsel dönemin kapısını aralama olasılığı da var. Çünkü şu an var olan siyasetin umut vermediği ortada. Böylesi zamanlarda paranoya baskın hale gelir, ama Berardi‘nin ‘Kahramanlık Patolojisi‘nde yazdığı gibi, paranoyanın yerine ironiyi koymak ve devam etmek en akıllıca çıkış yolu. Şöyle yazmış Berardi: “Distopyayı ironiyle düzeltmeliyiz, zira ironi (iktidarla yapılan sinik ittifaktan uzak) olasılığın sonsuzluğuna kapıyı açan dilin aşırılığıdır.”

BELİRSİZLİK

‘The Killer‘da kiralık katilin iç sesini dinlerken gözümün önüne CEO‘lar, politikacılar, etrafı sarmış mafya babaları, işinin ehli reklamcılar, televizyondaki uzmanlar filan geldi. Onlar da aşırı gerçekçi tespitler yapıyorlar, kuşkucu, derin gerçeklere vakıf, sayılarla konuşan… Ve onları korkuyla dinleyen çoğunluk... İnsanları TV‘ye ya da sosyal medyaya kilitleyen şey belirsizlik. Berardi‘nin yazdığı gibi, “Belirsizlik, kırılganlığın daimi dostudur ve mükemmelen anlaşılması ve yönetilmesi beklenen bir sürecin öngörülemezliği ve anlaşılmazlığı, psikolojik istikrarsızlaştırmanın en güçlü kaynağıdır.” Bunu TV kanalları pek güzel kullanıyor. Bütün o kanalları kapatıp gerçekten işe yarayan şeylere, örneğin şiire, sanata, felsefeye, dostlarla sohbete yönelmek daha akıllıca. Hatta çıkıp dışarıya yürüyüş yapmak bile çok daha iyi. Çünkü doğadan ve düşünceden bağımsız hızlanmış dünyanın yarattığı kaosla, ancak doğaya ve düşünceye dönerek baş edebiliriz. Deleuze ve Guattari’nin ‘Felsefe Nedir?‘de verdiği mesaj buydu.

KONTROL

‘The Killer‘da kiralık katil, başta kendi hayat felsefesini anlatıp kalp hızını ayarlamış ve gerçekten işini mükemmel yapan biri gibi kendini göstermiş olsa da, hedefini ıskalar, ardından sığınağı olarak gördüğü evi saldırıya uğrar. Film sanki bize sığınak diye bir şeyin olmadığı bilgisini verir. Güvence veren banka hesapları, aşırı gerçekçi tutumlar, alınan bütün önlemler işe yaramaz. Kaos bildiğini okur, ne kadar bir şeyleri kontrol etmeye çalışsak da her şey kontrolden çıkar.

Kaosla ve belirsizlikle aşırı rasyonelleşerek ya da dijital otomatikleşmeye kendimizi bırakarak değil, şiirle, şiirsel insanı yeniden keşfederek baş edebiliriz.