Başkalarının zafer ya da yenilgileri kaçınılmaz olarak bize yansısa da, oturduğumuz yerden kalkmadan uzaklardan umut ya da umutsuzluk devşirmeyi anlamıyorum.

Tarihinin en kritik seçimine doğru hızla yol alan Türkiye’nin, benzer seçimler yaşayan Macaristan ve Brezilya ile benzeşen çok yönü olsa da biz farklı bir ülkeyiz. Ancak, her ikisi de eylemlerimize yansıtmamız gereken önemli dersler içeriyor.

En yapılmayacak şey, dersleri değil de, Macaristan’dan umutsuzluğu, Brezilya’dan da umudu alıp “oturmak”!

***

Türkiye de, cumhuriyetinin 100’üncü yılına bir yol ayrımında gidiyor: Birinci yol; baskıcı, hak hukuk adalet tanımayan, laikliğin yerine din temelli bir düzeni koyan, toplumu yakasından paçasından tutup geriye çeken, bir azınlığı zenginleştirirken çoğunluğu yoksullaştırp eşitsizlikleri derinleştiren bir düzene çıkıyor. İkinci yola adım attığınızda, öncelikle bu gidişe “Dur” diyorsunuz. Haksızlığa, hukusuzluğa, keyfiliğe, tek adam yönetimine, kayırmacılığa “hayır” diyeceğimiz bu ilk adımı atamazsanız, nasıl “bir başka dünya” düşlüyorsanız düşleyin, boş!

***

Osman Kavala bugün, “serbest bırakılsın” diyen en üst düzey yargı kararlarına karşın cezaevinde 5. yılını doldurdu. 4 Kasım’da da Demirtaş’ın 6’ncı yılı dolacak. Şebnem Korur Fincancı 1 haftadır içeride. Cezaevinin yolunun bir işaretle, iki dudak arasından çıkan bir sözcükle açıldığı bir düzende yaşıyoruz.

Dışarıdayken bir Türkiye hayali peşinde koşturup durmuş Kavala’nın içerideki 5 yılın ardından, “Çıktıktan sonra evimde, …, dışarı çıkmadan birkaç yıl yaşayabilirimhissi, Mamak sonrası evin en küçük odasına sığınan ve oradan olabildiğine az çıkan bana pek tanıdık geldi.

***

Böyle hisseden, böyle düşünen, eğitimli, orta sınıf önemli bir grup seçmen, önümüzdeki yol ayrımında demokrasi ve özgürlükler, hak hukuk adalet penceresinden bakarak karar verecek.

Bir de, gittikçe hayata tutunmakta zorlanan, geçinemeyen, yoksullaşan, aşa işe ulaşamayan çok daha geniş bir kitle.

Türkiye ve Brezilya bu iki noktada, bir de ülkenin olağanüstü kutuplaşmış olması açısından benzeşiyor. Türkiye muhalefeti, Brezilya’da Lula’nın zaferinden kuru kuruya umut devşirmekle yetinmeyip, bu üç noktada eylemliliği yükselterek benzer bir sonuca ulaşabilir.

İktidarın, tıpkı Bolsonaro’nun yaptığı gibi muhafazakâr, dini değerlere yaslanarak sürdürdüğü kutuplaştırıcı, zehirli diline karşın, bütünleştirici, kucaklayıcı, barıştırıcı bir dil kullanmak şart. Lula’nın yaptığı gibi.

***

Bu dille yürütülen kampanya, bir yanda hak hukuk adalet ve özgürlükler konusunda en net tavrı almalı, öte yanda ve aynı zamanda da yoksulluktan bunalmış insanların önüne son derece somut bir program koymalı. Brezilya’da olan buydu.

Kapsayıcı bir dil kullanmayan kampanyalar ve bu iki hatta yürütülmesi gereken mücadeleyi muğlaklaştıracak her adım ve tartışma hayal kırıklığına yol açacaktır.

Muhalefet cephesindeki herkes, karşımızdaki yol ayrımında doğru yöne sapmanın önüne kendi önceliklerini koymayan bir olgunluk gösteremeyip, toplumu her şeyden önce bu ilk adımda birleştirme konusunda var güçleri ve tam bir uyumla çalışmazlarsa hepsi kaybedecek.

***

Bunu başardıklarında, iktidar ister Bolsonaro gibi yüzbinlerce tapu, emeklilik dağıtsın; kesenin ağzını sonuna kadar açsın, seçime 5 kala dağıtılan rüşvetler nasıl Lula’yı yenmeye yetmediyse burada da sonuç vermez!

Brezilya’da “Birbirine zıt iki ülke planını karşı karşıya getiren” seçimde, “siyasi partilerin, kişisel çıkarların ve ideolojilerin üzerine çıkılarak kurulmuş” bir birliktelik zaferi getirdi. Burada getirecek olan odur!