Google Play Store
App Store

Kamusal hizmetlerde yapılan kesintilerin, maliyetleri emekçilere itmek anlamına geldiğini ve bunun da ciddi toplumsal sonuçları olduğunu onlarca yıllık neoliberal politikaların sonuçlarını yaşayanlar olarak biliyoruz. Benzer şekilde kemer sıkma politikaları da “ekonomi bilimi” temelinde ekonominin sağlıklı bir şekilde yönetilmesi gibi soyut gerekçelerle meşrulaştırılmak istense de, maddi olarak sermaye lehine ve emekçiler aleyhine işler. Bu bağlamda zenginleri daha da zenginleştirmekten başka bir işe yaramayan kemer sıkma politikalarının gerekçesini sonuna kadar sorgulamakla yükümlüyüz.

Tarihsel olarak da baktığımızda, sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok başka yerinde de kemer sıkmanın en önemli etkisi ekmek kavgasında kendini gösteriyor. Gerçek manada, bu politikaların, hem üreticilerin hem de tüketicilerin gıda hakkı üzerinde önemli etkileri yadsınamaz. Öne sürülen önlemler, her zaman halkın yaşam standartlarını olumsuz etkilemiş, yoksulluğu ve açlığı derinleştirmiştir. Özellikle yaşlı nüfus ve çocuklar, gıda fiyatlarındaki artışlardan en fazla etkilenen gruplar olmuştur. Yaşlılar, sabit gelirleriyle gıda fiyatlarındaki artışlarla başa çıkmak zorunda kalırken, çocuklar ise yetersiz beslenme riskiyle karşı karşıya kalmaya daha açık hale gelirler. Kaldı ki ülkemizde her iki sosyal grup da halihazırda gıda krizinin özneleri halindedir.

∗∗∗

Tüm bunlar yarın 1 Mayıs’ın da birincil bir gündemini oluşturacak görünüyor. Gıda krizinin yapısal sebeplerini hesaba katınca, 1 Mayıs düzleminde küçük çiftçiler ve köylülerin acil ihtiyaçları ile kentli emekçi sınıfların ihtiyaçlarının ortaklaşacağını da söyleyebiliriz. Örneğin, bugün çiftçilerin en önemli mücadele başlıklarından biri desteklerin düşüklüğü. Kemer sıkma politikaları kapsamında bunların daha da düşürülmesi veya enflasyon karşısında yeterince artırılmaması durumunda krizin derinleşmesi kaçınılmaz. Böylesi bir durum girdi maliyetleri günbegün artan küçük çiftçi ve köylülerin üretim ve yaşam koşullarını daha da zor sokar.

Yanı sıra, sübvansiyon ödemelerinin geç yapılması gibi halihazırda üreticiyi zarar ettirmekte olan uygulamaların devam etmesi, üretim süreçlerini sekteye uğratacak, üreticilerin bankalara, tefecilere ve tüccarlara daha fazla bağlanmasını, borçluluğun artışını ve tarımı terk etmelerini beraberinde getirebilecektir. Keza kemer sıkma kapsamına alınması dahilinde referans fiyatlarının da benzer sonuçları doğurması muhtemeldir. Üreticiler yıllardır maliyetin altına taban fiyat açıklamalarıyla baş etmeye çabalıyor. Bu koşullar kırsalı ciddi bir yoksulluğa, gıda krizinin en çok hissedildiği alanlardan biri haline getirmiş durumda. Geçtiğimiz sene fındık üreticileri “masa başında fındık fiyatı belirleyenlere” cevap olarak fındık ağaçlarını kesiyor ve isyan ediyordu: “Bir kilo fındık, bir kilo çay, bir kilo peynir, bir kilo zeytin almıyorsa uğraşmaya gerek var mı? … Yemeyelim… Kim dedi sana peynir ye diye!”

∗∗∗

Şimdi kemer sıkma politikaları eşiğinde; etrafımız adalet, bağımsızlık ve güvence ihlalleriyle sarılmış olarak 1 Mayıs’a giderken Marksist tarihçi E. P. Thompson vurguladığı işçi sınıfının faillik fikrinin aklıma düşmesi tesadüf değil elbette. Şubat ayı, emekçilerin kendi tarihi yazma iradesinin, eylemde bulunma kapasitesinin en kötü koşullarda bile tükenmezliğini vurgulayan Thompson’ın doğumunun 100. yılıydı. Thompson en çok da sınıf kavrayışını aşağıdan tarih üzerine kurduğu İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu kitabıyla anıldı. Kitap, sınıf oluşumunu ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan irdelerken, onu şekillendiren koşulları, çatışmaları ve dayanışma pratiklerini de inceler. Thompson, temelde işçi sınıfının tarih boyunca pasif figürler olmadığını, aksine kendi tarihlerini şekillendiren aktif aktörler olduklarını vurgular. Bu bakımdan sınıf oluşumunu anlamamıza yardımcı olurken bugünün ve geleceğin mücadelelerine de ışık tutan bir nitelik taşır. 1 Mayıs’a giderken hatırlanması gereken tam da budur. Mücadelemiz kutlu olsun!