Başka bir ülkenin tarihinde 5 yıl, 10 yılda meydana gelen olayların Türkiye’deki zaman aralığı bir hafta ile 15 gün arasında değişiyor. Türkiye’nin 6 ayı ise dünyada tarihin büyük dilimlerine denk gelebiliyor.

Mesela geçen hafta (2 Mayıs ile 6 Mayıs 2016) arası böylesi bir 5 çalışma günü oldu.

Hafta Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yapılan darbeyle başladı, Can Dündar ve Erdem Gül’e yapılan suikastlarla tamamlandı.

AKP içinde yaşananlar elbette bütün ülkeyi ilgilendiriyor. Sonuç olarak Türkiye’yi “tek başına” bu parti yönetiyor. Partinin iç işleyişi daha çok AKP’lileri ve yanında yöresinde mevzilenmiş gazetecileri pardon yağdanlıklarını ilgilendiriyor.

Biz ise gazeteciyiz. Öncelikle basın özgürlüğüne bakarız. Çünkü basın özgürlüğü bir ölçüdür. Eğer eksikse, o zaman demokrasi de yok oluyor demektir. Dünya sıralamasında 190 ülke arasında Türkiye 150. sıraya geriledi. Şu sıralar basın özgürlüğü dört elle boğulmaktadır.

Bunun en somut göstergesi hapisteki gazeteciler ile bütün dünyanın gözlerinin önünde cereyan eden Can Dündar- Erdem Gül davasıdır.

Söz konusu davanın ne kadar hukuk dışı olduğu yazılan iddianamelerden, on ikiye beş kala yapılan atamalardan, dava üzerine yönelen siyasi baskılardan açık olarak görülüyor.

Bütün bunlar ortadayken Cuma günü mahkemenin karar öncesi verdiği arada Can Dündar ölümün eşiğinden döndü. Yargılamanın kendisi başlı başına skandal oluşturuyordu. Artık bunun üzerine ne olabilir ki? Diyorduk ki… O da oldu:

Büyük bir polis merkezi haline getirilmiş olan Çağlayan Adliyesi’nin avlusunda Can Dündar’a bir suikast yapıldı.

Murat Şahin adında (Türkiye Katiller Birliği) yeni yıldız adayı, Can’a “Vatan Hainisin” ve “akıllı ol” dedikten sonra iki el ateş etti. Az daha Can’ı da kaybedecektik. Tetikçi, gazeteci Yağız Şenkal’ı ayağından yaraladı. Yağız o esnada “Hedef sensin arkama geç” diyerek canından olmak pahasına Can’ı korumaya almıştı!

CHP Çanakkale milletvekili Muzaffer Erkek, acemi tetikçinin üzerine atılmış, silah tutan elini bileğinden yakalamıştı. Biri daha vardı ki, o artık efsane bir kadın olarak tarihte yerini alacaktır: Dilek Dündar!

Böylesi durumlarda herkes şok vaziyette olduğu yerde kalırken o, silahlı bir adamın yakasına yapışmış karışıklıktan istifade edip kaçmasına mani olmak istemişti. Dilek bir şeyi daha gösterdi:

Katillerin yakasına böyle yapışmak lazım!

Yoksa “karanlık güçler işbaşında” manşetleriyle bütün siyasi cinayetler, ülkenin karanlık ambarına hapsedilecektir! Tıpkı şimdiye kadar olduğu gibi…

Türkiye artık olağanüstülüklerin sıradan hale geldiği ülke oldu!

****

Abdurrahman Dilipak Çıkmazı

Abdurrahman Dilipak 1980’lenden beri demokrasi, ifade özgürlüğü. Adalet gibi meselelerde Siyasi İslam Cenahın önde gelen bir temsilcidir. Özgürlük mücadelesi veren solcu yapılar, Dilipak’ı da etkinliklerine davet ederler.

O da ortama uygun güzel konuşmalar yapar.

Şanar Yurdatapan bu alanda çok emek verdi. Dilipak’tan bir demokrat yaratmak için…

Birlikte meydanlara çıktılar. Biri kızıldı, diğeri yeşil!

Karpuz teorisi oluşmuştu. Solcular karpuzun kırmızı içi, İslamcılar da karpuzun yeşil kabuğuydular. Sol cenah ifade özgürlüğü istiyordu herkes için. Onlar ise türbana özgürlük istiyorlardı kendileri için!

Türbanı taktılar gittiler, özgürlük mücadeleleri yalan oldu!

Eskisi gibi siyasi cinayetler işleniyor. Dilipak artık kurbanları suçluyor!

O zamanlar bile demokrasi konusunda Dilipak’tan umutsuz olanlar vardı.

Torbalı’nın SHP’li Belediye Başkanı Ertan Ünver, her sokağa bir yazar, gazeteci, sanatçı ismi vermek istiyordu. Bu karpuz teorisinden hareketle Abdurrahman Dilipak’ın adı da Torbalı’nın bir sokağına verilecekti.

Davetli gazeteler arasında bulunan Mustafa Ekmekçi ağabey, Başkan Ünver’e dedi ki:

-Sen en iyisi Abdurrahman Dilipak’ın adını bir çıkmaz sokağa ver!

Mustafa Ekmekçi ileriyi gören bir gazeteciydi.