Sivil değil, toplum değil ama örgüt!

Tarikat ve cemaatlerin eğitimde kapladığı alan uzun süredir tartışma konusu. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşma sayesinde, yaşanan onca acıya ve yol açtığı olumsuz sonuçlara rağmen AKP’nin mevcut yapıdan ne kadar memnun olduğunu bir kez daha anlamış olduk.

Bakan Tekin, kamuoyunun tarikat ve cemaat olarak bildiği yapıları ‘STK’ (Sivil Toplum Örgütü) olarak adlandırdıklarını ve eleştirilen protokolleri imzalamaya devam edeceklerini söyledi. ‘STK’lara teşekkür eden Tekin, “Onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor. Onlardan siz bunun için rahatsızsınız. Ben o STK'larla protokol imzalamaya devam edeceğim. Çocuklarımın dağa çıkmaması için sizin insan kaynağınıza insan yetiştirmemek için buna devam edeceğim” dedi.

Lafın nereye çıktığının farkında mı bilinmez ama övgünün dozunu kaçıran Eğitim Bakanı, “çocukların dağa çıkmasını engellemek” konusunda devletin tarikat ve cemaatlere mahkûm olduğunu söylüyor ve bu argüman üzerinden gerici yapıların faaliyetlerine toplumsal rıza devşirmeye çalışıyor.

Devletin STK olarak kabul ettiği bu yapılar ise gerçekte ne sivilliği ne de toplumu önemsiyor. Tümünün arkalarını yasladığı tarikatlar katı bir iç düzene ve hiyerarşiye sahip. Mensuplarına da sivillik, özgürlük vs sunmuyorlar; sonuna kadar biat ve bağlılık bekliyorlar.

Modern bir toplum için değil, sorgulamayan, itiraz etmeyen, itaatkâr kullardan mürekkep bir tebaa için çalışıyorlar. Sivillikle, toplumsallıkla ilgileri yok ama haklarını yemeyelim, hepsi gerçekten sağlam birer örgüt! Odaklandıkları hedef doğrultusunda, kendilerine sağlanan imtiyazlarla devletin şemsiyesi altında günbegün büyüyorlar. Büyüdükçe de zenginleşiyor ve daha fazla yoksul çocuğu etkileri altına alıyorlar.

Tekin’in sözleri üzerine Fetullahçı çetenin yaptıkları hatırlatıldı ama mesele bundan çok daha fazlası. Çünkü insanların değer yargılarını, düşünce yöntemlerini, algılarını ve hayata dair yaklaşımlarını biçimlendiren bir eğitim sistemi, siyasal İslamcı rejimin toplumsal dönüşüm hedefinin tam merkezinde yer alıyor.

Evet, bugün devletin FETÖ olarak adlandırdığı bu dinci yapı, kendisine sunulan sayısız ayrıcalıkla göz göre göre bir askeri darbe girişiminde bulunacak kadar güçlendi ama aslında uç bir örnek. Konuyu buraya sıkıştırmak da “darbe yoksa sorun yok” gibi bir çıkarıma götürebilir.

Tarikat-cemaat yapılarının “ortalama performans”ta bıraktığı hasara odaklanmak çok daha önemli. Eğitimin akıl ve bilimden uzaklaşması, inanç sömürüsüne dayalı sağ siyasetin daha uzun yıllar saltanatını sürdürmesi demek. Ayrıca gelecekte, radikal İslamcı yapıların darbeye bile ihtiyaç duymadan seçimle siyasi yetki kazandığına tanık olabiliriz!

Öte yandan bu çift yönlü bir politika. AKP işin sermaye ayağını da boş geçmiyor. Bir yandan kamusal eğitim gericileştirilerek gelecek nesillerin bilinci sakatlanıyor, diğer yandan düşen kalitenin tetiklediği “çocuğum nitelikli eğitim alamayacak” kaygısı, imkânı olan (ya da kendini zorlayarak imkan yaratan) aileleri özel okullara yönlendiriyor. Yoksul halk kesimlerinin çocukları uçurumun kenarına sürüklenirken, çocuğunu bu cendereden kurtarmak isteyen aileler ise özel okulların kaygılı müşterileri haline getiriliyor.

Türkiye’nin eğitim politikasının kısa özeti bu. 10-20 yıl sonra, eğitimdeki bu dinamiklerin ülkeyi ve toplumu nereye götüreceği az çok belli. Emeğin daha da ucuzladığı, kültürel fay hatlarının derinleştiği, kadın yaşamı üzerindeki tehditlerin arttığı, dünyayı düşman belleyen ama gerçek zararın nereden geldiğini göremeyen, karşılaştığı her felaketi kadere-kısmete bağlayan, özgürlüğünü ve demokratik haklarını güvenlik histerisine heba eden bir Türkiye hazırlanıyor.

Elbette meydan boş değil. Tarikat ve cemaat düzenine karşı çocukların bugününü ve geleceğini savunanlar, aslında memleketin yarınlarına sahip çıkıyor. Umudun akciğeri de işte bu direnç.