Siyasetin sokağı-sokağın siyaseti
Sokak nedir? İki yanında evlerin, işyerlerinin, insanların pek güvenli olmasa da sığınakların bulunduğu iletişim hatlarıdır, buluşma mekânlarıdır. Evden eve ya da yaşam alanlarına giden yoldur. Sokak temsil edilenlerin, “biraz da kendimiz doğrudan konuşalım” dediği yerdir.
Herkesin bildiğini düşündüğüm bir hikâyeyi yazmak, anlatmak için açtım bilgisayarı. Mesele şu ki, benim eğrisiyle doğrusuyla bildiklerim, sezdiklerim, gördüklerimle herkesin bildiği, gördüğü, sezdiği aynı mı sorusuna yanıt arıyorum. Yanılıyorsam söylersiniz diye umuyorum. Vaktiniz varsa, sabrınıza sığınarak hikâyemi okumanızı rica ediyorum sizden değerli okurlar.
***
Seçimler yaklaştığında siyasal partilerle seçmenlerin durumu, tutumu önem kazanır, netleşmeye başlar. İktidar gücünü koruyup koruyamayacağını, muhalefet partileri iktidara gelip gelemeyeceklerini seçmenlerin tutumuna bakarak öğrenmeye çalışırlar. Seçmenlerin eğilimlerini öğrenmenin iki temel yolu vardır: İlki artık çok sayıda kuruluş tarafından farklı ya da benzer yöntemlerle yapılan kamuoyu yoklamaları, (yüz yüze anketörlük zor iştir, gençliğimde yapmışlığım var, şimdi daha çok telefon tercih ediliyor) ikincisi sokağa yansıyan, tümüyle meşru eylemlerle kendini gösteren, kendiliğinden yol bulan toplumsal hareketliliktir. Buradaki kendiliğindenliği tanımlamakta da yarar var; farklı toplum kesimlerinin özgül isteklerinin ya da iklim sorunları, ekonomik kriz gibi ortak taleplerin siyasi bir hedefe yönelmeden ortaya çıkması diye tanımlanabilir belki. Bu taleplerin siyasi bir hedefe yönelmesi ise ancak siyasetin çabası, çağrısı ile mümkündür derler ya bundan kuşkuluyum biraz. Bana daha çok nesnel durumun zorunlu bir sonucu, bunalmış insanların siyasi hedefleri kendiliğinden bulması gibi geliyor. Siyasal parti ve hareketlerin nicel ve nitel olarak kitlelerin gerisinde kaldığı kanısındayım. Belki de bu doğal bir süreçtir. Kimdi unuttum, “devrim yapılmaz, olur, bize düşen ona katılmaktır” demişti. Demek ki seçimler öncesi sonucu belirleyecek üç özneden söz edebiliyoruz: İktidar, muhalefet, halk. İktidar konumunu korumak, muhalefet partileri iktidar olmak ister. Halk ise sonucu belirlemesi gereken asli faildir, öznedir.
Burada şematik bir şekilde anlatılan, farklı biçimler alsa da ülkeler arasında farklılıklar gösterse de sonu gelmez övgülerle göklere çıkartılan “temsili demokrasidir”. Temsili demokrasi denilince, mülkiyet ilişkilerini değiştirmeyi programlarında savunan partilerin siyasette ötekilerle eşit bir şekilde yer almasının kabul edilmediği, engellendiği, kapitalizmin ebediliğini varsayan tuhaf bir demokrasiden söz ediyoruz demektir. Eğer engeller hilenin, dayatmanın, yasakların, baskıların yanı sıra çıplak zora, zorbalığa dayanıyorsa seçimli, parlamentolu da olsa otoriter rejim yürürlüktedir.
Şemanın şematik kurbanları
Türkiye’deki siyasi sistemin bu şemadaki yeri nedir? Üç yıl öncesine kadar gizli oy açık sayım ilkesine dayalı şaibeli de olsa seçimlerle belirlenen parlamentonun asıl unsur olduğu bir rejim geçerliydi. Şimdi ise parlamentoyu devre dışı bırakan, yasal olan ile olmayanın iç içe geçtiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet rejimi yürürlüktedir. Her iki rejimi karşılaştıran kimi politik bilimciler parlamenter rejime “demokratik” ikincisine ise “otokratik” diyorlar. Her ikisi de üretim araçlarında özel mülkiyeti esas alan “serbest piyasa” denilen, şimdilerde pek tercih edilmiyor, gerçek adı kapitalizm olan sistemi değişmez durum olarak kabul ediyor. Sistemi değiştirmeyi amaçlayan siyasi parti ve hareketleri yasal, yasal olmayan yöntemlerle devre dışı bırakmaya çalışıyorlar. Şimdiki rejim sistemi korumak için sosyalist partileri cepheleşme eğilimi gösteren eylem ve protestoları kaba güçle ya da yasaları zorlayarak engelleme yolunu daha sıklıkla kullanıyor.
Burada biraz ara verelim. Çünkü tam da bam teline gelmişken hikâyenin, sokaktan sesler gelmeye başladı. Sokak nedir? Sokak iki yanında evlerin, iş yerlerinin, insanların pek güvenli olmasa da sığınaklarının bulunduğu iletişim hatlarıdır, buluşma mekanlarıdır. Bir evden diğerine ya da yine evlerin çevrelediği yaşam alanlarına giden yoldur. Temsili demokrasinin temsil ettiğini iddia ettiği; temsil edilenlerin, “biraz da kendimiz doğrudan konuşalım” dediği yerdir sokak. Olur mu peki böyle bir şey? Rejim böyle bir doğrudanlığı haklı ve yasal olsa da kabul etmeye yanaşmaz. Çünkü rejim gerçeği yansıtmayan bir “temsil” üzerine kurulmuştur; temsil de giderek müsamereye dönüşmüştür. Seçilenler, aldıkları temsil görevini gönül rahatlığı ile bir lidere devretmenin mutluluğuyla, huzuruyla, bahtiyar ve mesut yaşayıp giderken rahatlarını kaçıracak sokak çıkıntılığını hoş karşılamazlar. Muhalefet partileri de sokağın muhalefetini rol çalmak olarak görür, “provokasyon” çığlıkları atarak karşı çıkarlar.
Sokağın yalnız kalmaması da önem kazanır bu durumda. Peki bunu nereden bilebiliriz? Şuradan bileceğiz ki sokağın dile getirdiği itirazı haklı bulanlar herhangi bir nedenle sokağa çıkıp derdini dile getiremese bile bir şekilde sokağa dahil olmanın yolunu bulur. “İşte bunlar, bu sokaktakiler benim aklımdan geçeni söylüyorlar” diye kahvede, evde, iş yerinde, nihayet sandıkta kendilerini belli ederler. Sokak demokratik, yasal olmak zorundadır. Zaten yasalar da sokaktan yanadır. Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Anayasa olmak üzere yasalar sokağa hak ve izin verir. İşte o zaman herkes de bilir ki sokağa çıkan haklı, engelleyen haksız ve suçludur.
Şimdi hikâyeye kaldığımız yerden devam edebiliriz. Kamuoyu yoklamalarında, anketlerde iktidar partisinin oylarında bir erime görülüyor. Kuşkusuz medyanın yarısından çoğu, hatta kahir ekseriyeti bu tahminlere inanmıyor, yer vermiyor. Vermesin; biz azınlığın, azınlık medyanın söylediklerine, yazdıklarına kulak vermek, inanmak durumundayız. Aslında ben halkın söylediklerini kendi kulağımla duysam, gözümle görsem içim daha rahat olurdu; o nedenle de bir kulağım sürekli sokakta, meydanda. Tabii başka şeyler söyleyenler, “gidecek, belli oldu” diyenlere “çocuk musunuz hiç gider mi” diyenler de var. Belirtilerden, iktidar kanadından gelen tehlikeli imalardan söz edildiğini de biliyoruz ama yine de onları ciddiye almak istemiyoruz nedense. Güncel politika sanki geleceğe kulağını tıkıyor gibi. Bu nedenle bir kulağımız sokaktaysa bir kulağımız Meclis’te. Yani demokrasinin iki vazgeçilmezine tüm dikkatimizi vermiş durumdayız.
Yine saptık hikâyeden. Dönelim. Şöyle demiştik: Temsili demokrasiden, üretim araçlarındaki mülkiyet ilişkilerini değiştirmeyi amaçlayan bir partinin siyasette ötekilerle eşit bir şekilde yer almasını kabul etmeyen, kapitalizmin değişmezliğini varsayan tuhaf bir demokrasiden söz ediyoruz. Hemen celallenir, telaşlanır yakın zamanda iktidar düşü gören liberal: Olmadı ama şimdi bu der; mülkiyet ilişkilerini değiştirmek neyin nesi. Böyle köklü değişimler devrimle olur; devrim kabul edilebilir, demokratik bir şey mi yani. Bizim derdimiz rejimi değiştirmek, başkanlık sistemi yerine parlamenter sistemi getirmek değil mi? Üstelik bu kez “güçlendirilmiş” olsun da başına türlü işler gelmesin demedik mi? Zaten bak sokaklarda “hükümet istifa” diye sesleniyorlar, “kapitalizm istifa” mı diyorlar? Hem zaten yakında mitingler yapacağız. Karıştırmasan olmaz mı? der.
***
Kulaklarımda bir uğultu var; sesler birbirine karışıyor, muhafazakâr, faşist, ulusalcı, liberal, demokrat, sosyalist, komünist birbirine giriyor. Bunlar nasıl ayrışacak kim biliyor? Bildiğim, siyaset sokakla birleşmedikçe maksat hasıl olmaz. Sokağa dayanmayan siyaset önünde sonunda aslına döner, yozlaşır.
Siyaseti küçümseyen sokak ise bir vakit ayakta kalsa da sonunda söner.