74. Berlin Uluslararası Film Festivali’nin başlamasına günler kala, festival yöneticileri anketlerde hızlı yükselen Almanya’nın ırkçı partisi AfD’nin yöneticilerini açılış törenine davet etmediklerini açıkladı.

Siyasetsiz festival olur mu?

Dünyanın üç büyük festivalinden biri olan Berlin Film Festivali’ne siyaset her zaman damgasını vurmuştur. Bu yıl da gelenek bozulmadı. Festival yönetimi önümüzdeki perşembe akşamı açılacak olan festivalin açılışına ülkenin en tartışmalı sağ partisi AfD’nin yöneticilerini davet etmediklerini bir basın bildirisi ile duyurdu. Kısaca ‘Berlinale’ olarak tanınan festivalin her zaman demokratik değerlere bağlı kaldığını, özgür ve hoşgörülü bir toplumdan yana olduğunu vurgulayan festival yöneticileri Mariëtte Rissenbeek ve Carlo Chatrian, aşırı sağın söylemlerine karşı olduklarını, bunun bir göstergesi olarak ayrımcılığa, ırkçılığa dönük siyaseti ile prim yapan bir siyasi partinin temsilcilerini festivallerinde görmek istemediklerini açıkladılar. 

AfD’nin görüşlerinin demokrasinin temel ilkeleri ile taban tabana zıt olduğunu söyleyen festival yöneticileri, söz konusu siyasi partinin tekçi bir toplum talep eden, göçmenlerin sınır dışı edilmesini savunan ırkçı politikaları ile ‘homofobik’ tavrının Alman toplumu için bir tehlike oluşturduğunu, anti-semitizmin ve anti-İslam görüşlerin yaygınlaştığını, ifade özgürlüğünün tehdit altında olduğunu belirterek, toplumu ve tüm siyasi partileri uyarmayı bir görev bildiklerini söylüyor.  

Bu tavır sinema çevrelerinde olumlu yankılanırken, Almanya’da iktidarı paylaşan üç partiden -SPD (Sosyal Demokrat Parti), Yeşiller ve FPD (Hür Demokrat Parti)- bir yorum gelmedi. Belki bu görüşlere katıldıkları için, belki de sanat insanlarının siyasi görüşlerini ortaya koymalarını çok doğal gördükleri için. Sözün burasında, Almanya’daki siyasal ortama ilişkin biraz bilgi vermekte yarar var sanırım. Yükselen enflasyon ve yoksulluk iktidardaki partileri yıpratırken, sağ partiler göçmen karşıtı politikaları ile prim yapıyor. Federal hükümet halkın üçte ikisinin desteğini yitirmiş durumda. Son anketlerde Hristiyan Demokratlar (CDU/CSU) %27 ile birinci sırada çıkarken, oyunu en hızlı artıran parti AfD %21 ile ikinci sırada. SPD oyları ise %17’ye düşmüş durumda. Kısacası, Almanya faşist söylemlere bir kez daha teslim olma tehlikesi ile karşı karşıya… 

Özgür toplum için özgür sanat 

Avrupa’da sanata tanınan özgürlük ve özerkliğin örnekleri Berlin’le sınırlı değil elbette. Cannes ve Venedik festivallerinde de ifade özgürlüğünü savunan sayısız eylemin gerçekleştiğini biliyoruz. İran İslam Cumhuriyeti’nin ve diğer totaliter rejimlerin sansür uygulamaları, Ukrayna’daki Rus işgali gibi çeşitli nedenlerle açıklamalar yapan Berlin Festivali bu yıl da yarışmaya seçtiği İran filminin yönetmenlerinin festivale katılımlarının İran yetkililerince -pasaportlarının ellerinden alınarak- engellemesini protesto etmişti. Ama, Filistin’deki İsrail işgaline karşı yeterince sert bir tavır göstermemesi eleştirilmişti. Festival seçkisinde İsrailli yönetmen Amos Gitai’nin son filmine yer verilmesini eleştiren iki Filistinli sinemacının festivali protesto ederek katılmaktan vazgeçmeleri kararını üzüntüyle ama saygıyla karşıladıklarını belirtiyor festival seçkisini oluşturan Carlo Chatrian. Bence de bir ülkeye kızarak, sanatçısına yasak koymak doğru bir tavır değil. 

Alman toplumunda ‘anti-semitizm’in bir suç olarak görülmesi doğal, ama İsrail’in saldırgan tavrını eleştirmeye kalkanların bu suçlamayla karşı karşıya kalması da anlaşılır gibi değil. Nitekim 2023 yılı sonunda, İsrail’in Gazze saldırısı devam ettiği bir sırada Berlin Senatosu’nun kültürel fonlarından yararlanabilmek için ‘anti-semitizm’ içermeme ve kültürel çeşitliliği savunma koşulları getirmesi Almanya’da yoğun protestolarla karşılaşmış, Filistin’le dayanışmayı ve İsrail devletini eleştirmeyi engelleyen bu karar ‘McCarthy’ci bir tavır olarak nitelendirilerek, ‘Strike Germany’ bildirisine pek çok aydın imza vermişti. Sonuçta Berlin Senatosu 2024’ün ilk ayında bu tavrından geri adım atarak, bu kuralı kaldırmıştı. 

Berlin Festivali başlarken, ülkedeki toplumsal atmosfere kuşbakışı da olsa değinmenin yararlı olacağını düşündüm. Berlin Festivali yöneticilerinin açıklaması, festivallerin içeriğine müdahale etmeye yeltenen yerel yöneticilere (örneklerini son Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ve AKP rejiminin valilerinin uyguladığı festival yasaklarında gördük), ödül törenlerinde siyasetçilere yönelik konuşmalar yapılmasına izin verdiği için cezalandırılan festivalcilere aşina olan ülkemiz için bir ders niteliğinde ve ülkemizde çok yaygın olan ‘sanatçı siyasete bulaşmamalı’ söyleminin içinin ne kadar boş olduğunu gösteriyor.  

Berlin’de Türkler 

Berlin’de sinemamız önemli ödüller kazandı. 1963’te Metin Erksan’ın “Susuz Yaz”ı Altın Ayı, 1983’te Erden Kıral’ın “Hakkâri’de Bir Mevsim”i Gümüş Ayı, 2010’da Semih Kaplanoğlu’nun “Bal”ı Altın Ayı ile ödüllendirildi. Ne var ki son yıllarda daha çok ana yarışma dışındaki bölümlerde yer veriliyor filmlerimize. Bu yıl da öyle oldu; yarışmadaki 20 film arasında bizden bir film yok. Ama yan bölümlerin pek çoğunda bizden bir isme rastlayabiliyoruz. 

Festival yönetimi, seçkiyi oluştururken herhangi bir ülke kotası gözetmediklerini belirtiyor, ki doğal olan da bu. Festivalde bu yıl 9 bölüm var. “Yarışma” ve “Karşılaşmalar”da filmimiz yok, ama “Panorama”da Aslı Özge’nin Almanya-Türkiye ortak yapımı filmi “Faruk” yarışacak (ana yarışma dışı bölümler dışında da farklı jürilerin verdiği ödüller var). Kısa Metraj Filmler Yarışmasında da bir filmimiz var: Selin Öksüzoğlu’nun “Bye Bye Turtle” (Elveda Kaplumbağa) adlı filmi. “Forum Expanded” bölümünde Deniz Şimşek’in kısa metrajlı yapımı “Detours while speaking of Monsters” (Canavarlardan Söz Etmişken), çocuk ve gençlik filmlerinin yarıştığı “Generation”da Aslı Özarslan’ın “Elbow” (Dirsek) filmlerini izleyeceğiz. “Retrospektif” bölümünde Almanya’da çalışan yönetmenimiz İsmet Elçi’nin 1987 yapımı filmi “Kısmet Kısmet” var.  

Kaçırmamanız gereken filmler 

Berlin Festivali’ndeki filmlerden önümüzdeki haftalarda söz etme vadiyle, sinemalarımızda şu sıralar gösterime giren birkaç filme dikkatinizi çekmek isterim. Geçen yıl Berlin’de gösterilen, bu yıl En İyi Uluslararası Film dalındaki Oscar’ın son beş adayı içinde yer alan Berlinli genç yönetmen İlker Çatak’ın “Öğretmenler Odası”nı mutlak izlemenizi öneririm. Almanya’daki eğitim sistemini ve ayrımcılığı eleştiren, ustaca yönetilmiş, ustaca yorumlanmış bir film.  

Aynı şeyi Yüksel Aksu’nun “Cem Karaca’nın Gözyaşları” için de söyleyebilirim. Umarım, Karaca’nın son eşinin açtığı dava nedeniyle gösterimden kaldırılmadan yakalarsınız. Yerli filmler arasında bir film daha var önereceğim: önümüzdeki hafta gösterime girecek olan Abdullah Oğuz filmi "Zaferin Rengi”. İşgal altındaki İstanbul’da işgalcilerin takımına karşı Fenerbahçe’nin kazandığı zaferi anlatan filmin güçlü bir kadrosu var. Merakla bekliyorum. 

Yabancı filmler arasında iki film öne çıkıyor: 2024 Oscar’larında beş dalda aday gösterilen, ‘En İyi Uluslararası Film’in en güçlü adaylarından İngiliz yönetmen Jonathan Glazer’in Nazilerin ünlü temerküz kampı Aushwitz’in sanatsever(!) ve iyi aile babası komutanının kampın kıyısında yarattığı sahte cenneti konu alan “İlgi Alanı” (Zone of Interest) yılın en iyi filmi bana kalırsa. Faşizmin ruhunu dehşet sahneleri göstermeden deşifre edebilen, içerik-biçim uyumu açısından kusursuz bir yapım. 

Tabi bir de, 11 dalda Oscar adayı “Zavallılar” var. ‘Yunan Yeni Dalgası’nın öncüsü Yorgos Lanthimos’un yönettiği, başrolde Emma Stone’un yer aldığı bir Frankeştayn yorumu. Yönetmen her zaman olduğu gibi çarpıcı görüntüler ve müzik eşliğinde cinsellik üzerine ‘özgün’ bir yorum sunuyor. Her zevke hitap etmediği kesin, ama “İstakoz”u, “Köpek Dişi”ni, “Kutsal Geyiğin Ölümü”nü sevenler ve Emma Stone hayranları kaçırmasın. Bir de Oscar’ları takip eden iflah olmaz ‘sinefiller’…