Adalar Belediyesi tarafından düzenlenmeye başlanan akıl fikir toplantılarının ilki cumartesi günü İstanbul Büyükada’da Adalar Vakfı’nın bahçesinde yapıldı...

Adalar Belediyesi tarafından düzenlenmeye başlanan akıl fikir toplantılarının ilki cumartesi günü İstanbul Büyükada’da Adalar Vakfı’nın bahçesinde yapıldı. Tam adı “Kamuoyuna mal olmuş davalar ve medyanın rolü” olan toplantıda Murat Ören’in moderatörlüğünde TGC Başkanı Orhan Erinç, hukukçu Fikret İlkiz, gazeteci Ertuğrul Mavioğlu ve eski Erzincan Başsavcısı ve CHP Denizli milletvekili İlhan Cihaner konuşmacı olarak yer aldılar.

İlk sözü alan Orhan Erinç, adliye muhabirliğinden başlayan meslek yaşamı boyunca tanık olduğu davaları anlattıktan sonra bir kıyaslama yaptı:

-Eskiden bir muhabirin özel arşivi ve telefon fihristinin zenginliğine önem verilirdi. Şimdi bu özellikler suç unsuru(!) olarak kabul ediliyor!

Fikret İlkiz ise Türkiye’de yasaklar altında yaşatılan trajikomik davalardan örnekler verdi. İlkiz çevirisi bile yapılamayan kitaplarda bulunan suç unsurlarıyla verilen mahkûmiyetleri anlattı.

Ertuğrul Mavioğlu kıdemli bir basın özgürlüğü gazisi olarak çıkarttığı örnekleri sıraladı. Yaptığı önemli bir saptamayı dile getirdi:

-Şimdi gündeme gelen gizli tanık, tek kişilik hücre gibi uygulamalar aslında yeni değil. Terörle Mücadele Kanunu’nun yeniden yürürlüğe girmesiyle birlikte bu uygulamalar yıllardır yapılıyor. Sadece ünlü olmayan sanıklar yargılandığından kamuoyunun dikkatini çekemiyordu.

Kendisi de son dönem uygulamaların bir sanığı olan İlhan Cihaner, medyanın sıfatlandırma konusundaki hünerlerini apolitik davalar üzerinden örnekler vererek açıkladı.

Cihaner son dönemin ilgi çeken futbolda şike davası hakkında şunları söyledi:

-Emniyet bu dava ile ilgili olarak basına sızdırılan bilgileri veremez. Savcılık bunlara müsamaha edemez. Ama yapılıyor işte…

Gizli tanık ihbarlarıyla gündeme gelen bir iddianamede yer alan kişinin bütün özlük hakları bir anda riske girdiğini, terfilerinin dondurulduğunu söyleyen Cihaner “artık öyle bir hale gelindi ki” dedi:

-Kimin terfi edip edemeyeceğine mahkemeler karar verir oldu!

Bir adım daha attı:

-Bundan sonra lig şampiyonluğuna da mahkemeler karar verecek gibi görünüyor!

Cihaner, özel yetkili mahkemelerin şike davalarına da bakma yetkisi olmadığını ileri sürdü. Bu tezine da kanıt olarak eski DGM’lerin yetkilerine sahip olan mahkemelerin konumuna dikkat çekti:

-Bu mahkemeler doğrudan devletin güvenliğini ilgilendiren davalara bakabilirler. Şike yapmak devletin güvenliğiyle doğrudan ilgili değil ki!

Ada toplantıları ufuk açıcı olacağa benziyor. İlk toplantı bunun ipuçlarını verdi. İkinci toplantı 30 Temmuz’da yine aynı yer yapılacak.
 
***

Silvan kırılma noktası

Diyarbakır’ın Silvan ilçesi kırsalında 14 Temmuz günü meydana gelen “13 şehitli” operasyon bir anda Türkiye’yi günümüzden alıp geçmişe savurdu. Kana kan intikam milliyetçiliği son derece hızlı biçimde hortladı.

Olayın meydana geliş biçimi, sonuçlarının gölgesine doğru itiliverdi. Savaştan beslenen akbabaların gür sesi ortalığı bir anda kaplayıverdi:

-13 şehit var, susun!

 AKP’nin çiçeği burnunda İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, kendisine sorulan “el bombası yangın çıkartır mı?” sorusuna yanıt verirken anlaşılması kolay olmayan bir mantıkla dedi ki:

-Netice itibarıyla yanmışlar, sebebini araştırmak bir şey ifade etmiyor!!!

Niye etmesin ki?

Devletin yaptığı açıklamalar kamuoyunu tatmin etmiyorsa susup oturacak mıyız? 12 Eylül döneminde işkencede ölen sanıklar için “orta zekalı” basın açıklamaları yapılırdı:

-Kafasını duvarlara vura vura öldü!

O zaman kamuoyu anlardı ki, sanık kaba dayak sonucu işkenceyle öldürülmüştür!

Daha yakın örnekleri de var… Dağlıca karakol baskınının tek başına PKK birliği tarafından “başarılmadığı” daha sonra Taraf gazetesinin yayını ile ortaya çıkmıştı. Tıpkı, altı askerin PKK mayınları ile değil bizzat TSK’nın döşediği mayınlar sonucu öldüğü “resmen” kabul edildi.

Ama ilk açıklamalar böyle değildi?!!

Resmi açıklamalara nasıl ve neden inanalım ki?

Hele Silvan saldırısının ardından gelen devlete eskisi gibi çeki-düzen verme nutuklarına bakınca sanki böylesi bir “fırsat” kollanıyormuş havası kendini daha fazla hissettiriyor.

Adını açıklamayan bir eski komutan bütün yayın çizgisini AKP karşıtlığına oturtmuş bir gazeteye şöyle diyordu:

-Operasyon için asker validen izin almak mecburiyetinde kalıyor!

Söz konusu vali sanki Türkiye Cumhuriyeti’nin o şehirdeki en üst mülki amiri değilmiş gibi bir algı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu bir eski döneme özlem değil mi?

1991’de Mardin Valisi Yahya Gür’ün Başbakan Süleyman Demirel’e sorduğu soruyu hatırlayalım:

-Efendim bölgede askeri otorite mi sivil otoriteye bağlı, sivil otorite mi askeri otoriteye bağlı?

Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, resmen bağlı olduğu başbakanın yanında izin bile istemeden Vali Gür’ü şöyle haşlayabiliyordu:

-Öhööö dili sürçtü!!!

Oysa Vali’yi böyle cesur soruya yönelten Demirel bir gün önce Diyarbakır’da yaptığı ilk bakanlar kurulu toplantısında demişti ki:

-Kürt realitesini tanıyoruz!

Güreş’in başbakan huzurunda attığı fırça Kürt realitesini bir gün sonra silip atmıştı. Başbakan da dilini yutmuş oturmuştu.

AKP de yüzde 50 çoğunluğuna karşın dilini yutarsa bölgede kimin konuşacağı kendiliğinden belli olmaz mı?

Ülke yeniden 1990’ların kan banyosu ortamına çekilmek isteniyor. Bu yüzden aklı başında olan herkes şunu görüyor:
 
***

-Silvan bir kırılma noktasıdır!

Kürtçe ayran içmek

Sebepsiz darılıp küsmeleri anlatan eski bir atasözü vardır:
 
***
 
-Ayran içtik ayrı düştük!

Cuma akşamı İstanbul Caz Festivali’nde sahneye çıkan şarkıcı Aynur Doğan, Kürtçe bir parça okudu. Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu’ndaki gürültücü bir azınlık var güçleriyle Aynur’u protesto etti.

Oysa Aynur’un o sırada söyledi parçanın adı alabildiğine masumdu: Ayran!

Kürtçe ayrana bile tahammül edemeyenlerin çağ-dışı çığlıklarına bakarak mı 2011’in Türkiye’sini yaşayacağız?

Kürt kelimesini duyunca kırmızı görmüş boğa haline gelenleri “anlayışla” karşılamak Türkiye’nin yarınlarını yeniden karanlığa gömmek olacaktır.

Aynur’a özür borcumuz var…

Ayran bile içmeden ayrı düşmek istemiyoruz:

-Bizim taş kafalara bakma, sen türkülerini söyle Aynur!

Çünkü buna çok ihtiyacımız var.