Okuduysanız, başlığın dün B. Forta’nın Ç. Çeviren’le yaptığı söyleşiden geldiğini anlamışsınızdır. Forta’nın tümüne katıldığım değerlendirmelerini özetleyecek değilim. Okumadıysanız, mutlaka dönüp okuyun.

O röportajı gördüğümde; siyasal sistemi kısmen bize benzer kavramlarla “yarı-otoriter” veya “kısmen özgür” olarak tanımlanan ve 2000’lerin sonundan beri “demokratik gerileme” sürecinde görülen Bangladeş’te solun haliyle ilgili (Devrimcilerden Vizyonsuz Partilere: Bangladeş’te Sol Politika) bir makale okuyordum.

“Sol yeni bir yol açmalı” saptaması o kadar yaygın ki. Sanırım Batı’daki tartışmaları yakından izliyor ama daha fazla ders çıkarabileceğimiz Müslüman ülkelere biraz uzak kalıyoruz.

Türkiye’ye ilişkin birkaç kez yazdığım bir saptamayı tekrarlamama izin verin: CHP de dâhil, solun bir kesiminin bir diğerini küçülterek büyüyebileceğine inanmıyorum. Öncelikle hep birlikte solun genelinin içinde serpilip gelişeceği bir atmosfer yaratmamız gerek.

Ancak, bunun yolu sosyalistlerin farklı “zorunluluklar”la kendi dışlarındaki partilerin içine girmelerinden geçmiyor. Bangladeş’ten de benzer analizler görünce buna daha fazla ikna oluyorsunuz:

“Tarihsel olarak sol partiler, daha ana akım partiler aracılığıyla siyaset yaparak otoriter yöneticilerin gazabından kaçınmışlardır. … ancak bu strateji aynı zamanda sol partilerin ana akımların gölgesi altında kaldıkları anlamına da geliyor. … (Bu) siyasetin bazı faydaları ve kazançları var. Bu fayda ve kazançları kaybetme korkusuyla, (solcular) bazen baskı ve adaletsizliğe karşı ve yasaların değiştirilmesi lehine konuşurken daha yumuşak bir yaklaşım benimserler. … Bu oportünizm nedeniyle bazen sahada, parlamento içinde ve dışında, sokakta kendilerinden beklendiği kadar aktif olamıyorlar.”

Dakka Üniversitesi öğrencileriyle yapılan görüşmeler ve bir grup uzmanın görüşüne dayanılarak yazılan makalede, Bangladeş’te solun başarısı ve kitle mobilizasyonu engelleyen ideolojik ve örgütsel zorluklar olarak; “solcuların ‘elitist’ ve ‘ateist’ olarak tanınmaları, sivil toplum ağlarına dâhil olamamaları ve parti içi çekişmeler” sayılıyordu.

Dakka Üniversitesi’nden bir ekonomi profesörü, solcuların alternatif bir siyasi güç olarak ortaya çıkamamasının ardındaki en büyük nedenlerden birinin rahat ortamlarından devrim hakkında ahkâm kesmeleri olduğunu söylüyor ve gündelik hayatlarında “Fedakârlık yapamıyorlar” diyordu: “Zihniyet şu şekildedir: ‘İnançlarımdan ödün vermeyeceğim ama davam için de fedakârlık yapmayacağım. … takım elbiseyi (yani üst sınıf elit statüsü ve konforunu) geride bırakıp altı ay boyunca Bangladeş’i bir uçtan diğer uca keşfetmek gibi bir taahhüt yoktur.”

Yok olduğu söylenen bir tür 80-öncesi Türkiye’de devrimcilerin mahalle ve gecekondu çalışmaları aslında.

Bangladeş solunun önemli bir sorunu da (ne kadar tanıdık); “ideolojilerine sadık kalmak ile hâkim dini hassasiyetleri rencide etmekten kaçınmak arasında bir denge” bulmak. (Bu noktada biraz CHP akla geliyor.) O hassasiyetlere sesleneceğiz diye, “siyasi konuşmalarda İslami metinlere atıfta bulunmak gibi kamusal dindarlık gösterileri”, tam tersine “dini kendi çıkarlarına hizmet etmek için kullanmaya çalışanlar” olarak görülmelerine yol açmış.

Bölünmüş ve parçalı halleri ile demokrasi ve insan hakları konusunda benzer kaygılar taşıyan sivil toplum ağlarıyla iş birliği yapmayıp çatışmaları da Bangladeş solunun önemli sorunları arasında sayılmış.

Durum orada da pek parlak değil ve onlar da “Yeni bir yol açmalı” diyorlar. Bir eski tüfeğin tavsiyesi de epey tanıdık: Toplumsal sorunlara odaklan ve “Örgütlen! Örgütlen! Örgütlen!”