Google Play Store
App Store

Aşkın sonu, şiirin sonu, romanın sonu, tarihin sonu... Bir şeylerin sonuna gelindiği fikri, neden sansasyonel bir hava yaratır, ilgi çeker? Son fikri, tıpkı ölüm korkusuyla birlikte insanın kendi yaşamını sorgulaması, kendi yaşamına hiçlikten bakabilmesi gibi yeni bir düşünme tarzının da önünü açtığı için mi heyecan yaratır? Yoksa bir kayıp ve yas duygusunu açığa çıkarıp korkuttuğu için mi? Sona gelindiğine göre yeni bir şey de başlıyordur. Ama bu başlangıç iyi mi, kötü mü olacaktır? Bildiğimiz dünyanın sonuna gelindiğini, yaşamın her alanında gözlemleyebiliyoruz.

AŞKIN SONU

Örneğin gerçekten aşk bitiyor mu? Aşk, şiirlerde ve romanlarda rastlayacağımız arkeolojik bir bulguya mı dönüşecek? Eva Illouz, 2021’de kitap yazmıştı ‘The End of Love’ adıyla. Bedenlerin gösterisinden ve görsel teşhirinden artı değer çıkarılmasını ‘skopik kapitalizm’ olarak tanımlamıştı ve meselenin gündelik seks, aşk ya da evliliğin tarafında ya da karşısında olmanın ötesinde, cinsel bedenin kapitalizm tarafından ele geçirilip sistemin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi olduğunu dile getirmişti. Danışmanlık ya da rehberlik gibi başlıklarla kişisel gelişim endüstrisi; farmakoloji ve tıbbi pazarla sağlık endüstrisi; cinsel performansa yardımcı olan çeşitli ürünlerle seks oyuncakları endüstrisi; cinsel cazibe, davranış ve etkileşimlerle reklam ve film endüstrisi ve son olarak da doğrudan bedenleri kullanan porno endüstrisi.

DÜNYAYA İNANMAK

Bütün bu piyasa ve endüstrilerin bir işlevi ve özgürleştirici bir etkisi oldu mutlaka; ama sosyal yaşamın ticarileştirilmesi, tek tek bireylere ve toplumlara ağır bedeller ödetiyor. Bireylerin içsel yaşamı, bu rekabetçi piyasa ortamında kendi kendilerini denetleyemeyecekleri ya da yönetemeyecekleri bir karmaşıklığa sahip oldu. Baumann gibi düşünürlerin dile getirdiği gibi, piyasaya dönüşen gündelik hayatın ihtiyaç ve taleplerine göre insanlar kendilerini her gün yeniden tasarlamak zorunda hissediyor. Deleuze, ‘Sinema 2: Zaman-İmge’de şöyle yazmıştı: "Modern olgu şu ki artık bu dünyaya inanmıyoruz. Artık başımıza ge­len olaylara bile, aşka, ölüme, sanki bizi kısmen ilgilendiriyorlarmış gibi, inanmıyoruz. (...) Sadece dünyaya inanmak insanı gördüğüne ve duyduğuna yeniden bağlayabilir. (...) İster Hristiyan ister ateist olalım, ev­rensel şizofrenimizde bu dünyaya inanmak için nedenlere ihtiyacımız var." Bir şeylerin sona erdiği düşüncesiyle bu inanmama durumu arasında bir bağ kurulabilir. Kendisini ve hayatı gerçek hissedenlerin sayısı azaldıkça, gerçeklik de azalıyor. Bildiğimiz anlamda dünyanın sonuna gelindiği fikri, dünyaya, aşka, şiire ve daha pek çok şeye yeniden inanmanın bir arayışı olarak da düşünülebilir.

HİPER-BAĞLANTI

Toplumsal özgürlük için elzem olan toplumsal dayanışma ve o dayanışmanın ritüelleri, sosyal yaşamın ticarileşmesiyle zayıfladı. Birey ve toplum arasında yaratıcı bir gerilime neden olan cinsellik ve aşk derin anlamlarından ayrıştırılarak rasyonel ve rekabetçi sahte kendiliklerin mücadele alanı haline geldi. Şimdi buna Roger Brubaker’ın ‘Hyperconnectivity’ kitabında dile getirdiği gibi, dijital hiper-bağlantısallık eklendi.

Brubaker’ın iddiası, dijitalleşmenin pandeminin de etkisiyle iç dünyamızdaki etkisini daha da artırdığı yönünde; eğilimlerimizi yeniden şekillendirdiği gibi dünyadaki varlığımızın temel ritimlerini de değiştirdi. Çocuğunu parka getirmiş birçok anne baba görüyorum, gözlerini bir an olsun akıllı telefonlarından ayıramıyorlar. Hatta 2-3 yaşlarındaki çocuklar bile tabletle oyun oynar hale geldi. Çoğu kişi sabah gözünü açar açmaz ilk işinin sosyal medyaya bakmak olduğunu söylüyor. Yapılan çalışmalar, dijitalleşmenin nöro-kimyamızı etkilediğini gösteriyor, adeta beynimiz kablolanmış durumda. Uzay ve zaman algımız, düşünme, hissetme, arzulama ve hatırlamayla birlikte dünyaya katılma şeklimiz tamamen değişti. Bildiğimiz dünyanın sonu, dijitalleşmeyle birlikte hızlandı. Bütün bu değişimin iç dünyamıza ödettiği bir bedel de var. Depresyon ve kaygı bozukluklarındaki artışın kitlesel bir hale gelmesi, buzulların erimesinin neden olduğu çevresel felaketlere benziyor bir bakıma.

Dünyaya yeniden inanmanın yollarını aramaya ve düşünmeye, önümüzdeki hafta kaldığım yerden devam edeceğim.