Attila Aşut

yazievi@yahoo.com


   Odatv davasının görüldüğü İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nden yine tahliye kararı çıkmadı. 16 Kasım’daki duruşmada, “kuvvetli suç şüphesinin devam ettiği” gerekçesi yinelenerek; Soner Yalçın, Yalçın Küçük ve Hanefi Avcı gene içeride kaldı...

 

     Prof. Yalçın Küçük, artık cezaya dönüşen bu tutukluluk karşısında isyan etti: “Ben yakın zamana kadar tutuklu olduğumu düşünürdüm. Artık öyle görmüyorum. Ben tutsağım. Tutuklu olmak, bir hukuki durumdur: Tutsaklık savaş haline girer...”

 

     * * *          

 

     Soner Yalçın, yaklaşık iki yıldır Silivri Cezaevi’nde tutuklu... O da haklı olarak isyanlarda. “İddianamemde silah yok, bomba yok, şiddet eylemi yok. Beni niye içeride tutuyorsunuz?” diye soruyor.

    Üşenmemiş, oturup saymış. İddianamede 361 kez “haber”, 280 kez “kitap”, 53 kez “köşe yazısı”, 26 kez “röportaj”, 5 kez “makale” sözcüğü geçiyormuş. Yani Soner Yalçın’ın bütün suçu yazarlık, habercilik, gazetecilik!

 

     Arkadaşımız, son duruşmada, “Haber yaparak, yazı yazarak terör suçu işlemişim!” diyor alaysamalı bir dille. Sonra, “Devletin içine ahtapot gibi sızmış derin devletin entrikalarıyla ülkeyi bu hale düşürmeye hakkınız yok” diyerek tarih önünde uyarıyor yargıçları. Ama sonuç değişmiyor. “Gereği düşünüldü: Sanıkların ayrı ayrı tutukluluğunun devamına…”

      Odatv davasında gözlenen bir başka çarpıklık ise, duruşmaların neredeyse sonuna gelinmişken, dosyanın “son dakika operasyonu” ile “Ergenekon” torbasına atılmak istenmesi… Bunun açılımı şudur: “Biz eldeki sanal kanıtlarla mahkûmiyet kararı veremiyoruz. Alın biraz da siz süründürün!”

     Savcılar savlarını kanıtlayamıyor, bilirkişiler konuyu çıkmaza sokmak için ellerinden geleni yapıyor, yargıçlar davayı başlarından atmaya çalışıyor… Hukuk bunun neresinde?

     Ey Hükümet! Ey Adalet Bakanı? Ey HSYK! Ey Özel Yetkili Savcılar ve Yargıçlar?

     Soner Yalçın’ın suçu ne? Neden inatla içeride tutulmak isteniyor bu meslektaşımız?

     Bize gerçeği söyleyin. Kime “dokundu” da böyle düşman kesildiniz ona?

     Yuvarlak ve klişe sözler değil, açık ve net yanıt bekliyoruz sizden.

     Hadi, inandırın bizi Soner’in “terörist” olduğuna!

     * * *

     Eskiden, siyasal iktidarların baskısından, yıldırma ve sindirme girişimlerinden yargı korurdu gazetecileri. Şimdi sözümona “vesayetten kurtarılmış bağımsız yargı”mız, tam tersi bir işlev görüyor. Yürütmenin baskı işlevini yargı erki üstlenmiş. Büyük ölçüde siyasal iktidarın güdümüne girmiş bulunan özel yetkili mahkemeler, hükümetin cezalandırma aygıtı gibi çalışıyor.

    “27 Mayıs” öncesinde Türkiye’de basın özgürlüğü kalmamıştı. En ünlü gazeteciler, seksen yaşındaki başyazarlar, Demokrat Parti iktidarına muhalefet ettikleri için içeri tıkılıyordu. Cezaevleri gazetecilerle dolmuştu. Ama tutuklu gazetecilerin sayısı hiçbir zaman bugünkü kadar olmadı. Menderes’in son günlerini bile geride bıraktı “ileri demokrasi”miz!

     Gazetecilik uğraşının “terör”le ne ilgisi var ki, meslektaşlarımız Terörle Mücadele Yasası kapsamında yargılanıyor? Hükümetin politikalarını eleştiren gazeteciler, çirkin komplolarla demir parmaklıklar ardına atılıyor. Amaç korkutmak, yıldırmak, sindirmekse, bütün bunlar boşuna. Bu yöntemlerle namuslu kalemleri susturamazsınız. Çekin elinizi gazetecilerin üzerinden!

     * * *

 

   Uyarlama Şiir

 

              Ülkemizin Nobel ödüllü yazarı Orhan Pamuk, Türkiye’deki açlık grevleri konusunda

              ne düşündüğü sorulduğunda, “Bu konulara şu anda girmek istemiyorum” demiş. (Gazeteler)

 

 

     Herifçioğlu Sen Mişel’de koyuvermiş sakalı

 

     Neylesin Bizim Köy’ü

 

     Netsin Mahmut Makal’ı

 

     Cebinde dört dilberin telefon numarası

 

     Esmeri, sarışını, kumralı, kuzguni karası                                                                                                                               

 

     Bir elinde telefon, bir elinde kesesi                                                                                                                                         

 

     Uyyy, yesin onu ninesi,  yesin onu ninesi!

 

             Almışım Nobel’imi

 

             Takmışım açlık grevini!

 

     Bir elinde cımbız                                                                         

 

     Bir elinde ayna

 

     Umurunda mı dünya!

 

    

 

    Aferin oğlum Orhan

 

    Ben sana hayran, sen cama tırman                                                                                                                                                 

 

    Şinanay yavrum şinanay!

 

       * * *

 

     Başbakan’ın açlık grevi güncesi

     -“Aç falan değiller. Az ya da çok bir şeyler yiyip içiyorlar"  (29 Ekim 2012, Ankara)

     -“Açlık grevi diye bir şey yok. Tamamen şov yapıyorlar!” (30 Ekim 2012)

     -“Milletvekilleri kuzu kebap yerken, onlara ölün diyorlar.” (30 Ekim 2012)

     -“Bunlar şantajdır, blöftür, şovdur...” (11 Kasım 2012)

     -“Açlık grevleri kaos ve gerilimi tırmandırmak için yapılıyor!” (13 Kasım 2012)

     -“Bunların rejim yapmaya ihtiyaçları var!” (13 Kasım 2012)

       * * *

 

      Anektod-anekdot

      “Anekdot” (anecdote), Fransızcadan dilimize girmiş bir sözcük. “Anı niteliği olan kısa anlatı” anlamına geliyor. Kökeni yabancı olunca, yazımında da çoğu zaman yanlışlık yapılıyor. BirGün’de de öyle olmuş. Barış İnce’nin hazırladığı “Sol, Kemal’i Tartışıyor” başlıklı yazı dizisinin tanıtım spotunda bu sözcük “anektod” olarak yazılmıştı. İlk gün, “Gözden kaçmıştır, ertesi gün düzeltirler herhalde” diye düşündüm. Ama 10 -13 Kasım tarihleri arasında tam dört gün, gazetenin tepesindeki yerini korudu. Yazı dizisi başlayınca da, değiştirilmeden iç sayfalara taşındı! Dizinin sona erdiği 17 Kasım günü bir kez daha baktım başlığa. “Anektod”, yerli yerinde duruyordu!

      Yanlış, yanlıştır. “Ne olacak canım, altı üstü bir harf yanlışı!” dememek gerekiyor...