•Son kozlar masaya sürüldü 

Tüccar siyasetini denge politikası olarak yutturmaya çalışan siyasal İslamcı rejim uzunca süredir karşı çıktığı İsveç’in NATO üyeliğine “evet” dedi. Bunu da İsveç’in NATO’ya katılımına karşılık AB üyeliğini masaya sürerek yaptı. Batılılar dalga geçercesine “ikisi birbirinden bağımsız konular” sözleriyle bu duruma tepki gösterseler de de iki alakasız konunun birbirine karıştırılması bilmezlikten değil. Tabi ki AKP iktidarı ikisinin ayrı meseleler olduğunun pekâlâ farkında. Peki ne oluyor? İktidar yeni bir algı yaratma peşinde. On yıldır rafa kaldırılan, yarım yüzyıllık bir mesele olan Avrupa Birliği kartını ortaya atarak yılan hikâyesine dönen süreç üzerinden kitlelerin ağzına bir parmak bal çalma arayışında. Bir süre “vize serbestisi”, “üyelik” üzerinden iç kamuoyu domine edilmeye çalışılacak. Bu satışın alıcısı da eksik olmaz. Özellikle de vize kuyruklarında sürünen kitleler önemli bir potansiyel. Ama tabi ki ne vize serbestisi gelecek ne de üyelik. Sinsice hesaplanmışbir söylemle karşı karşıyayız. Saray rejiminin İsveç’in üyeliğini durdurma gücü yoktu. Evet diyeceklerdi bunu da kamuoyuna zafer olarak satmak için böylesi bir yola başvuruldu.

•Amerikancı çizgiye kayış mı?

Bu çıkış, Türkiye’nin dış politikadaki strateji değişikliğinin bir parçası olarak okunabilir mi? ABD ve AB ile ilişkileri güncelleme çabasına girildiği belli. Saray rejiminin ABD’ye/Batı’ya efelenmelerinin bir sandık yatırımı olduğunu, seçimden sonra dış politikanın daha Amerikancı bir çizgiye kayacağını söylüyorduk. Vilnius Zirvesi’ndeki mesajlar bu yönelime girildiğinin işareti. AKP’nin dış politika manevralarının seçimlerde etkili olmadığı söylenemez. Şimdi dümen yeniden Batı’ya kırılırken bunda ekonomi en önemli etkenlerden. Dönemsel gerginliklere, anlaşmazlıklara rağmen AKP iktidarının Amerikancılığından sual olunmaz. Rusya ile ABD dengelenmeye çalışılsa da siyasal İslamcı rejimin “kıblesi” Washington. Tarihsel olarak bu böyle. Ukrayna Savaşı nedeniyle oluşan yeni jeo politik denklemde Amerikancılığın bir adım daha belirginleşeceği günlere girilmiş oldu. Artık Batı ile ilişkilerde daha az çatışmacı bir süreç yaşanacak gibi. İlhan Uzgel hocanın dünkü BirGün yorumunda dediği gibi “Radikal bir değişim olmasa bile Batı’ya daha yakın bir dış politika anlayışı kendisini gösterecektir.” Ancak bu Doğu Akdeniz, Yunanistan, Kıbrıs gibi meselelerde yeni krizlerin çıkmayacağı anlamına gelmez.

•Rusya ile ipler kopmaz

Dış politik sarkacın Batı’dan yana biraz daha kayacak olmasına rağmen Rusya ile ilişkiler kopmayacak. Zelenski’nin ziyareti,  savaş sonuna kadar İstanbul’da tutulması gereken neo Nazi Azov Taburu komutanlarının Kiev’e gönderilmesi, Ukrayna ile savunma sanayi anlaşmaları, İsveç’in üyeliğine yeşil ışık yakılması gibi tüm bu on güne sığan konular Moskova ile ilişkileri sonlandırmayacaktır. Rusya tüm bunları deftere not etse de “sıkışmış” olan Türkiye’nin manevralarına göz yummak zorunda olduğunun farkında. Kurulan bağımlılık ilişkisinden dolayı Ankara Moskova’yı tamamen dışlayamaz bu koşullarda.

•Dış politika ile içeriyi dizayn etme

Siyasal İslamcı rejim uzun bir süredir yaptığı gibi dış politika üzerinden iç politikayı dizayn etmekten vazgeçmeyecek. Dış politika hiç olmadığı kadar iç politikaya malzeme edildi. Her şey rejimin ve Erdoğan’ın bekası için araçsallaştırıldı. Batı’ya yakılan sinyale rağmen krizlerden biri bitmeden bir diğeri başlayacak. Ekonomik ve toplumsal sorunların derinleştiği ülkede, milliyetçi-muhafazakar kitleleri konsolide etmek için gerilim politikasından vazgeçilmeyecek. Bunun en kullanışlı aparatı ise Yunanistan ve Kıbrıs olacak. Bir Atlantik örgütü olan NATO’nun Pasifik’e doğru yönelmesi ise yeni krizleri beraberinde getirecek. Türkiye de bu krizlerin merkezinde yer alacak. İktidarın tüccar siyasetinin, “pazarlık diplomasi”sinin ülkede nasıl bir tahribata yol açtığını son on yılda acı şekilde deneyimledik.