Tabii ki bu anımsatmaları yapmanın bir anlamı yok. Yani, “dün söylediği başkaydı, bugün söyledi bambaşka” demek artık önemli bir tespit değil Recep Tayyip Erdoğan söz konusu olunca. Dolayısıyla beyefendinin “El Bab’ta daha derine inmemek lazım” deyip, ardından da “El Bab hallolmak üzere, sırada Menbiç ve Rakka var” demiş olması gayet doğal.

Doğan Tılıç hocamızla, İbrahim Varlı dün konuya köşelerinde değindiler. Çarpıklığa, tutarsızlığa dikkat çektiler. Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini gittikçe bir “hâce-i evvel”, yani “Halkın Öğretmeni” sandığına ben de birkaç kez değinmiştim. Haliyle, her şeyi bilen biri olarak birbirinden farklı kelamlar etmesi bu sanısına uygun.

Zamanın da mekanın da sahibi(!) olduğundan, şu “zamanlama” denen olgunun ne kadar önemli olduğunu düşünmemesi de doğal. Çok rahat bir zat, malum. Her kelamında boncuk bulunduğu için de birbirine zıt lakırdılarının yarattığı tutarsızlıklardan rahatsız olan yok çevresinde. Bizim de bu yönde bir beklentimiz olmadı zaten. Ama kimi tutumlarının, lakırdılarının “zamanlaması” bizim için önemli. Bir şey daha var önemsediğimiz? Neden savunduğu ya da söylediği bir düşünce/cümle uzun ömürlü olmuyor? Dünya kadar örneği var ama işte şu “El Bab’tan derine inmeyelim” ile “şimdi sırada Menbiç ile Rakka var” yeterli örneklemeye. Neden bu kadar kısa sürede değişiyor bu görüşler?

Basit bir “fikir displinsizliği” değil bu elbette. “Derine inmemek lazım” demesine yol açan etkenin, Rusya’nın “her ne yapılacaksa Suriye’nin onayıyla yapılmalı” uyarısıyla ilgisi olmadığına kimse inandıramaz beni. Suriye’nin egemenliğine vurgu yapan bir anımsatmadır bu, ki Rusya bu egemenliği tanıyan bir ülkedir. Af buyrun belirtmek zorundayım, (tabii bu sadece benim keşfim değildi) “Erdoğan’ı Trump Kurtaracak” başlıklı bir yazı yazmıştım bu köşede. ABD’yi sıcak çatışmanın içine sokmamaya kararlı Trump’ın, ABD sermayesinin çıkarlarını etkili olmayı sürdürmek istediği bölgelerdeki “dostları” aracılığıyla koruyacağını, karşılığında da bu “dostlarına” kimi tavizler vereceğini yazmıştım. Şimdi de o yazıya örnek olarak şu son durumu gösterebilirim; Kürt’ü durdurma konusunda Trump’ın sınırlı desteği (tavizi) Erdoğan’a cesaret verdi. ABD ile birlikte Rakka’ya operasyon fikri de gündemde malum. Erdoğan’ın “derine inmek lazım”dan vazgeçmesinin nedenlerinden biri de bu. Zamanlamasının CIA Başkanı’nın ziyaretine denk gelmesi de pek manidar.

Eh, birbirinden çok farklı olsa da Trump ile Erdoğan Suriye’de “güvenli ( ya da tampon) bölge” oluşturulması konusunda da hemfikir gibiler. Yani, Suriye’den toprak gasp etme konusunda ortaklar. Dolayısıyla “Menbiç ve Rakka’nın sırada olması” da anlaşılmaz değil.

Erdoğan Trump gibi iyi bir partner buldu kendisine. Ama her zamanki gibi dengeleri, dinamikleri hesaba katmadı. Rusya’nın kaza sonucu Türk askerlerini vurmasının, Trump-Erdoğan sıkı muhabbetinin yaşandığı ana denk gelmesi de “kötü bir zamanlama”. Bu kazaydı, ama Suriye’den, Şam’ın isteği dışında toprak alımına karşı Rusya’nın sonraki adımları “kaza” ile olmayacak. Türkiye bu girişimde, Trump’a güvenip hareket ederse Rusya’yla, İran’la, doğal olarak da Şam’la karşı karşıya gelecek. Falcı olmaya gerek yok bunu anlamak için.

Olağanüstü bir fırsatı kaçırıyor Recep Tayyip Erdoğan. “Fars milliyetçiliğinden” yakındığı kadar “Sünni mezhepçi” tutumdan da yakınıp, kendisinde bir hayli mevcut bu mezhepçi saplantıdan kurtulup, Şam’la ilişki geliştirse, başta Türkiye olmak üzere bölgede rahatlama sağlayabilir. Ama şimdilik Trump’ı fena halde güvenilir buluyor.

Nasıl proaktiflikmiş bu anlamak zor gerçekten. Ahmet Davutoğlu adlı akademisyenin “Stratejik Derinlik”ini okuyanlar anımsayacaktır. Malum, bu zata göre Cumhuriyet, Medeniyet’le çelişki içinde. Medeniyet dediği de Osmanlı/İslam düşüncesi bildiğiniz gibi. İşte bu Cumhuriyet, Medeniyet’ten kopmuş olmanın sonucu olarak Batı’ya yanaştığından, Batı’ya uyumlu bir dış politika izledi. Bir yandan da topraklarını “koruma dürtüsü” yüzünden de kapalı, pasif bir dış politika oluşturdu. Bundan kurtulmak için yeni bir stratejiye ihtiyaç var. Bu yeni strateji “Medeniyet”in etkili olduğu bölgelerde, tarihsel arka plandan da destek alarak, daha müdahaleci politikalar izlemek. İşte bu “daha müdahaleci” politikanın en zayıf tarafı Davutoğlu’nun Türkiye’yi, diğer süper güçlerle eşit görüp “emperyal” hayaller kurması. Bir ara kendisine “başbakanlık” da yaptırılan zat çekip gitti ama “Stratejik Derinlik”i kaldı yadigar. Bu strateji, bağımsızlıktan uzak, ABD ile batılı güçlerle iş tutmaya yönelik bir stratejiydi. Ortadoğu’da “Arap Baharı” sürecinde, fırsatçı bir tutumla kimlerin yanında olduğunu gördük Türkiye’nin, Strateji’ye uygun olarak.

Trump, Stratejik Derinlik’in en güvendiği adamdır, tartışmayalım hiç. Erdoğan, güvenmese vazgeçtiği kızgın tutumuna kısa sürede yeniden döner miydi?

Stratejik Derinlik’in “en derinine” inmeye kararlı bunlar. Çıkamayacaklarını bu “derinliğin” en dibindeyken anlayacaklar elbette.
Derinde soluk almayı becerip düşünebilirlerse tabii.