Ahmet Davutoğlu günümüzde yaşadığına şükretsin. Yüzyıllar öncesinin Hazar Türkleri kırkını geçti mi hakanlarını öldürürlerdi der Jean Paul Roux. Artık yaşlanmıştır, yanlış kararlar verir gerekçesiyle.
Demek ki o zamanlar bir hakanı alaşağı etmenin şimdiki gibi yolları yoktu. Önce adamı itibarsızlaştıracaksın, yalnızlaştıracaksın, ardından yetkilerini elinden alacaksın, uzun iş. Her ne kadar günümüz insanından daha fazla zamanı olsa da Hazar Türkü neden uğraşsın tüm bunlarla? Tamam, son derece vahşi bir yöntem ama “ortadan kaldırmak” daha pratik diye düşünmüşler işte. Tüm bunları yapacak sabra sahip olan Recep Bey, maşallah pek bir güzel sıfırladı doğrusu Davutoğlu’nu.

Sabık Başbakan, her ne kadar varlığından pek memnun olmasa da bir Cumhuriyet’te yaşadığı için kendisini şanslı saymalı. Osmanlı’da iş başkaydı çünkü. Fatih Sultan Mehmet’in önemli devlet adamlarını tekme tokat dövme huyu vardı örneğin. Oğlu Beyazıt’ın sonradan kendisine sadrazam yaptığı Davut Paşa’yı kalın bir sopa ile dövmüştür Sultan Mehmet. Ne mutlu ki Cumhuriyet’in Davutoğlu’su, adaşı Osmanlı’nın Davut Paşa’sının yaşadığını yaşamadı. Aslında yaşayabilirdi de, Recep Bey, adı Suat olan şu genç Bakan’ı tokatlamamış mıydı bir zamanlar?

Yarım kalmış işlerin adamı olmasına çok içerledim Davutoğlu’nun. Her ne kadar Emevi Camii ziyareti gerçekleşemediyse de öngörüleri çok isabetli bir devlet adamıydı. Stratejik Derinlik’te sıkışıp kalmasaydı, ne öngörülerdi onlar, unutulur gibi değil.

Davutoğlu’nun doğru anlaşılamadığı kanısındayım ben. Partisinin kongreye gitme kararı üzerine başbakanlıktan uzaklaştırılması dolayısıyla yaptığı “veda” konuşmasında, ayrılışını “benim tercihim değil” sitemiyle dile getirişi bile yandaş basında “vefa dolu konuşma” başlığıyla duyuruldu. Yandaşların “kafa bulma” konusunda aldıkları mesafe hayranlık uyandırıcı, kim ne derse desin.



Nefsiyle mücadelesini de çok takdir ettim eski başbakanın. “Nefsimi ayaklar altına alırım, makamları elimin tersiyle iterim” deyişi, ne yalan söyleyeyim, makama ne kadar düşkün olduğunun bir ifadesi aslında. Demek ki kolayca “itilmiyor”, nefisle çok ama çok ciddi bir mücadele gerekiyor. İyi de nefsin bu kadar beslenmesinde, büyütülmesinde, nihayet yenmek için büyük mücadelelere girilmesinde beyefendinin bir dahli yok mu? Neden bu kadar gelişkin bir nefsi olur ki insanın? İşte bu büyük “nefisle” mücadele etmesi de hayranlık uyandırdı bende. Nefis sahibi olmayan benim gibilerin hiç böyle soylu mücadeleleri yok. “Alt etmek”, “yenmek” için insan biraz nefsi olsun istiyor.

Dünyanın gelip geçiciliğine herkesten fazla inanmış olan Davutoğlu gibilerin nefisleri neden büyüktür? Neden hep bunlar alçakgönüllü olmaktan, bir makamı kolayca terk etmekten söz ederler? Bütün bunlar bizleri değil kendilerini inanma çabalarından kaynaklanmasın sakın? Bir yanıtı vardır herhalde.

Davutoğlu’nun “makamları elimin tersiyle iterim” efelenmesi Recep Bey’in muhtarlara söylüyormuş gibi yapıp Davutoğlu’nu yönelttiği “o makamlara nasıl geldiğinizi unutmayın” sözleriyle buluşmasaydı keşke. İnsan giderayak kendisine bir zamanlar “akıl hocalığı yapmış” birine bu kadar vurmaz.

Kılıçdaroğlu’nun Davutoğlu’na yönelik hissiyatına yabancı değilim işte bu yüzden. Sabık başvekilin durumuna tanıklık eden herkes ortada merhamete muhtaç bir hal olduğunu görürler kolayca. O kadar vesayet karşıtı ol, o kadar darbelere karşı mücadele ver (ki ben kendilerine yönelik olmayan tüm darbe ya da darbe girişimini desteklediklerine iman etmiş biriyim bunların) sonra bir darbe sonucu koltuğundan ol.

Darbelerin bile kuralına uygun olanını arıyor insan. Bu konuda Türkiye’nin çok eksiği var. Aradığımdan değil ama 12 Eylül kurallara uygun tek darbemizdi örneğin. “Emir komuta zinciri içinde, emirle” yapılmıştı malum. Davutoğlu gibiler Recep Bey’in “kuralsız” darbesi için mi darbeye karşı (!) oldular bunca yıl.

Osmanlı sevgisiyle dolu, Ortadoğu’yu Osmanlı’nın bakiyesi gören, Osmanlı adaletine, yaşam tarzına hayran birinin böyle alaşağı edilmesinde en garip olan taraf nedir bilir misiniz? Söyleyeyim: “Cumhuriyet rejiminde Saray tekmesi yemek”.

Allah’ın sopası yok kabul de, Recep’in olmadığını kim söyledi?