İstanbul Tabip Odası’nın otuz üç yıllık emekçisi Dr. Beyza Çelenligil Kutay’ı Ekim’in ilk haftasında kaybettik. 

Beyza’yla birlikte yıllarca SSK Okmeydanı Hastanesi’nde mesai, İstanbul Tabip Odası’nda mücadele arkadaşlığı yaptık. 

Virginia Woolf’un “Ne hoş bir güzelliği vardır hafif adımlarla dünyadan gülümseyerek geçenlerin. Kimseye bir kötülüğü dokunmadan yaşayanların, onurlu bir yaşamı seçenlerin.” diye tarif ettiği iyi insanlardandı. Kimseye bir kötülüğü dokunmamanın çok ötesinde, tanıdığı herkese mutlaka bir iyiliği dokunurdu. 

Çok iyi bir hekimdi, beyaz önlük çok yakışırdı Beyza’ya. Çok iyi de bir pratisyen hekimdi. Sağlığın “salt fiziksel değil aynı zamanda ruhsal ve sosyal iyilik hali” olduğunu bilir, çalıştığı her ortamda hastalarının bütün sorunlarıyla ilgilenirdi. 

Pratisyen hekimliğin sadece pratiğini değil teorisini, felsefesini de çok iyi bilirdi. Nitekim, çok daha iyi koşullara sahip olacağı halde “AKP’nin Aile Hekimliği Sistemi”ne geçmeyi reddetti. Sonunda bedelini devlet memurluğundan ayrılarak ödemek zorunda kalsa da TTB değerlerini savunmakta tereddüt etmedi. 

***

İstanbul Tabip Odası’nda dergi yazılarını redakte etmekten Yönetim Kurulu üyeliğine kadar büyük, küçük demeden bir yığın işi üstlenirdi. Yaptığı her işi de kendi tarzıyla yapar, mutlaka kendinden bir şeyler katardı. 

Hele TTB, İstanbul Tabip Odası bir eylem, bir etkinlik kararı almayagörsün… 

Tabip Odası temsilcisi olarak bütün hastaneyi defalarca dolaşır, herkesi davet eder, rica eder, ne yapıp eder, ikna ederdi. Normalde hayatında tek bir eyleme gelmemiş, Tabip Odası’nın adresini bile bilmeyen birçok kişi de Beyza’yı kırmamak için kalkıp gelirdi. 

Tabip Odası seçimleri yaklaştığında bir başka telaş sarardı Beyza’yı. Meslek örgütünü kaybetmek büyük korkusuydu. Hastalığıyla boğuştuğu günlerde bile seçim günü sabahın dokuzundan akşamın beşine kadar aralıksız, kapıdan giren kimseyi kaçırmadan bildiri dağıtır, oy isterdi. 

Sonunda sandıklar açılıp kazandığımız kesinleşince neşesi ancak yerine gelir, akşamki kutlamalarda türkülere, halaylara coşkuyla eşlik ederdi. 

***

Beyza’yı İstanbul’da toprağa verdikten iki gün sonra Dr. Ergün Demir’i kaybettik İzmir’de. 

Ergün’le sanırım ilk olarak 2005’te SES, Tabip Odası ve Türk Hemşireler Derneği olarak birlikte düzenledikleri sempozyumda tanışmıştık. Ne kadar sıcak bir dost ve ne kadar iyi bir örgütçü olduğu hemen anlaşılıyordu. 

SES İzmir Şube Başkanlığı yaparken de davet etmiş, birlikte hastane toplantılarına, panellere katılmıştık. Farklı şehirlerde de yaşasak sonrasında da hep devam etti dostluğumuz. 

Ergün de aile hekimi olmayı reddedenlerdendi. Onun için meslek hayatının kalan kısmında baskılara, mobbinge, sürgünlere uğradı. Ama hiç yılmadı, “Herkese Sağlık Güvenli Gelecek” için mücadele etmekten hiç vazgeçmedi. 

Gün yirmi dört saat sağlık politikalarını izler, gece yarılarına kadar Resmi Gazete’nin yayınlanmasını bekler… 

Sağlıkla, sosyal güvenlikle, genel sağlık sigortasıyla ilgili mevzuatı anbean takip eder, sabaha da yazıyı yetiştirirdi. 

Güray Kılıç’la da çok iyi bir ikili olmuşlardı. Siyasi partilerin, sendikaların, meslek örgütlerinin yapamadıklarını iki kişilik örgüt gibi yaparlardı.  

***

“Pratiğe adanmış teori” geleneğindendi Ergün. Farkına varmak, analiz etmek, yorumlamak yetmezdi. Mutlaka pratiğe de dökmek gerekirdi. 

Perşembe günü cenazeden sonra oturduğumuzda Ergün’le aynı dönemlerde İzmir Tabip Odası Genel Sekreterliği yapan Zafer Şişli anlattı. 

AKP’nin “Sağlık Reformu”nun ilk adımı olarak SSK sağlık kurumlarını tasfiye ettiği günlerde Ergün’le birlikte bir toplantıdaymışlar. O sırada SSK hastanelerinin tabelalarının indirilmeye başlandığı haberi gelmiş. Ergün hemen yerinden fırlamış, “Yürüyün, gidiyoruz!” demiş. Koşarak en yakın SSK hastanesine varmışlar; hastaların ve hastane çalışanlarının şaşkın bakışları arasında duvarlara tırmanıp, pencerelerden sarkarak Sağlık Bakanlığı tabelasını indirmiş, “SSK Hastanesi” tabelasını geri asmışlar. 

“Aslında ertesi gün tekrar değiştireceklerinin, yaptığımızın saçma olduğunun farkındaydık” dedi Zafer, “fakat Ergün’ün heyecanı hepimizi öyle sarmıştı ki onunla birlikte biz de koşmuştuk.” 

İşte tam da böyle bir insandı Ergün. 

Bir olayı haber aldığında “Bu işler duyulur da durmak olur mu?” diyerek hemen koşar, yanındakileri de birlikte koştururdu. 

***

Beyza 17 Şubat, Ergün 19 Şubat doğumluydu. 

İkisi de baştan aşağı samimiyet, baştan aşağı dostluk, baştan aşağı heyecan, baştan aşağı coşkuydular. 

İkisi de Attila İlhan’ın “seni kim çizebilir şubat yolcusu/bütün çizgileri bozuyorsun” dizelerindeki gibi çizgi dışıydılar. 

Sevenlerinin anılarında yaşayacaklar.