Suriye’nin PYD’yi desteklediğini açıklaması neden şaşırtıcı geldi kimilerine? PYD ile Suriye arasındaki ilişkiler, üstelik Suriye savaşı başlamadan çok önce kurulmuştu. Sanıldığı gibi “emperyal saldırı”yla başlamış bir ilişki değil bu

Suriye'nin BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi’nin Türkiye’nin “terör örgütü” olarak değerlendirdiği Kürdistan Demokratik Birliği (PYD) ile silahlı kanadı YPG'yi desteklediğini söylemesi bir tutum değişikliği değil. Daha doğrusu Suriye açısından bu destek yeni değil.

Yandaş medyada yer alan Suriye’nin Türkiye’nin inadına PYD’ye destek verdiği sanısını uyandıracak tarzda haberler, AKP hükümetinin Suriye karşıtlığına yeni bahaneler yaratma çabasının bir sonucu. Suriye yönetiminin PYD’yi, tıpkı Rusya ile ABD gibi desteklemiş olması, PYD’nin bölgede istikrar yaratan bir yapıya dönüşmüş olmasıyla da ilgilidir. Bu başından beri böyleydi, dolayısıyla Şam PYD ile ilişkisini hiç koparmadığı gibi zaman zaman destek de oldu.

Krizin başlarında Türkiye’nin Suriye’ye cihatçı akışına verdiği destek karşısında Şam’ın çok akıllıca bir taktikle Kürt bölgelerinin yönetimini PYD’ye bırakması PYD ile çok önceden kurduğu ilişkiyle ilgili. Suriye’nin ülke Kürtlerine tutumunda övüneceği bir geçmişi yok, bu doğru, ama Beşar Esad’ın Suriye’nin bir parçası olarak gördüğü Kürtlere ilişkin kimi düzenlemelerden yana olduğu da sır değil. Üstelik buna iktidara geldiği yıldan itibaren başladı. Bu elbette PYD’nin temsil ettiği Kürtler için yetinilecek bir durum olmayabilir ama bu tür çabaya Suriye Kürtleri engel çıkaracak bir tutum içinde olmadılar hiçbir zaman.

Savaştan çok önce

Suriye hükümeti ile PYD arasındaki ilişki sanıldığı gibi “emperyal saldırı”yla başlamış değil. PYD Lideri Salih Müslim’in 2012’de yaptığı açıklamayı anımsayalım. Müslim, Suriye hükümetiyle 2003 yılında, yani daha ülke cihatçı saldırısına uğramadan çok önce, hem de Abdullah Öcalan aracılığıyla ilişki kurduklarını söylemişti. Bu ilişki daha sonra bozulmuş da olsa ülkenin emperyal bir saldırıyla karşı karşıya kaldığı zor dönemlerde bile Kürtler “fırsatçı” sayılacak bir tutum alarak cihatçı silahlı muhalif grupların yanında Suriye yönetimine karşı cephe açmadılar. Sadece cihatçıların değil, örneğin ılımlı muhalif olarak kabul edilen Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içinde de yer almadılar.

Bunun en önemli nedenlerinden biri Suriye Kürtlerinin cihatçıların da ÖSO’nun da olası bir Esad sonrası dönemde Kürtleri de kapsayan herhangi bir planlarının olmayışı. Diğer önemli neden ise Kürtler arasında, özellikle BAAS etkisiyle yerleşmiş laik, modernist eğilimlerin varlığı. Bu cihatçı gruplarla Kürtlerin bir araya gelmesini zorlaştıran önemli bir faktör. Büyük güçlerin onayı olmadan bir Kürt devletine izin verilmeyecek oluşunu bilmenin de verdiği temkinlilik var. Tüm bunlar PYD’nin Suriye muhalefetinin içinde yer almayışının nedenleri.

Caferi’nin sözleri elbette çok mantıklı. ABD’nin desteklediği PYD’yi, Suriye’nin de desteklediğini vurgulayarak PYD’nin zaferlerinin Suriye’nin zaferi olduğunu söylemesi birçok açıdan doğru. Çünkü artık herkes biliyor ki, Suriye ordusu PYD’yle, başta silah sağlamak üzere, birçok konuda işbirliği yapıyor. Ancak PYD’nin temkinlilik politikası hâlâ sürüyor, Suriye yönetiminin emperyal güçlerle yaptığı müzakerelerde yanında yer almamaya devam ediyor.

İşbirliği yeni değil

Suriye ordusu ile YPG Halep’in kuzeyindeki Azez - Cerablus hattını ele geçirmek için hazırlıkları birlikte yaptılar. 2015’te Müslim’in “koşullar oluşursa” YPG’nin Suriye ordusuna katılabiliceğini açıklamasını da anımsamamız gerek.

Daha çarpıcı olanı da belirteyim. Suriye yönetimi, Suriye’nin petrol açısından en zengin bölgesi olan Rumeylan’daki petrol kuyularının korunması görevini PYD/YPG’ye vermişti. Bu 2013’te yapıldığı söylenen bir anlaşma sonucu gerçekleşmişti.

Şu unutuluyor; PYD’nin Suriye ordusunun desteğini almadan başarılı olmasına olanak yok. Tek başına ABD ya da Batı desteği PYD için güvence değil. Çünkü Şam, Arap dünyası için çok çok önemli. Arap dünyası sadece Suudilerden, Katar’dan oluşmuyor. İsrail’e karşı tutumundan ötürü Arapların büyük bir sempatisi var Suriye’ye. Dolayısıyla Suriye içindeki Kürt toplulukları ile siyasi/silahlı temsilcilerinin emperyal güçler yanında Suriye karşıtı olmaları Arap karşıtlığı gibi anlaşılabilir rahatlıkla. Bu da hiç iyi ama hiç iyi olmaz bölge için. PYD, Kürt bölgesinin Suriye’nin bir parçası olarak kalmasının bölge dinamikleri açısından en doğru tutum olduğunun farkında. İran, bir anlamda da Türkiye, Suriye kürtlerinin Suriye’nin parçası olarak kalmasını istiyorlar. Dolayısıyla, bakmayın Türkiye’nin PYD’ye “terörist” demesine. PYD ile Suriye’nin anlaşması ya da Suriye’nin PYD’yi desteklemesi Türkiye’nin işine gelir. Düşünelim biraz. Türkiye, sınırında bağımsız bir Kürt devleti mi ister otonom bir Kürt bölgesi mi? Yanıt belli, elbette otonom. O halde Suriye ile PYD’nin anlaşması, PYD’nin Suriye içinde tutulacağı anlamına gelir. Türkiye, aklı varsa eğer, PYD-Suriye anlaşmasını kendisi için şans saymalıdır.

***

En bilinen Mısırlılar artık yok

Mısır, hem medya hem de diplomasi alanında dünyaya armağan ettiği iki büyük ismi art arda kaybetti. İlki, ünü, etkisi de tabii, ülkesinin sınırlarını aşan, Ortadoğu’nun en büyük gazetecilerinden biri Muhammed Hasaneyn Heykel, diğeri de eski BM Genel Sekreteri Butros Butros Gali.

Heykel, bir haberci için cennet sayılabilecek Ortadoğu’da, bölge insanlarına haz duygusallığa da gevşekliğe de takılmadan yazdığı yazılarıyla, haberleriyle, söyleşileriyle çok önemli bir gazeteciydi. Ülkesinin en çok itibar gören, varlıklı da sayılan kişiliklerinden biriyken bunu bir ikbal fırsatına çevirmedi hiçbir zaman. İdeal adamı olduğunu herhalde Mısır’ın antiemperyalist Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır’a verdiği sınırsız desteğinden anlamak zor değildir. Devlet başkanlarının konutunda “dokunulmaz” bir gazeteci olarak da yaşayabilirdi ama tam tersine bulunduğu yerlerden uzaklaştırılmasına bile yol açacak tutumlar almaktan çekinmedi gerektiğinde. Örneğin, Nasır’ın ölümünden sonra çok yakını olduğu Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ı, İsrail’le yapılan Camp David Anlaşması'ndan ötürü ABD yanlısı olduğu gerekçesiyle eleştirince kendisini hapiste buldu. Bir yıla yakın süren bir hapisliktir bu.

Sol bir liberal olmasına rağmen, dinci Muhammed Mursi iktidara geldiğinde ona yol gösterdi bir süre. Ancak sözlerinin dinlenmediğini anlayınca ondan da uzaklaştı. Mursi’yi deviren askeri darbeyi ülkedeki radikalleşme tehlikesini yakından bildiği için, eleştirel olmak kaydıyla destekledi. Yasal olduğu süre boyunca Müslüman Kardeşler’le de diyalog kurmaktan çekinmedi. Arap Sosyalist Birliği’nin çok uzun süre yöneticiliğini de yapan Heykel, ülkesindeki İran karşıtı atmosferin etkisinde kalmadan, Suriye yönetimini devirmenin asıl amacının İran’ı yıkmak olduğunu dile getirdi sürekli. Suriye’nin yıkılması projesinde Ürdün, İsrail ve Türkiye’nin istihbarat örgütlerinin işbirliği içinde olduğunu da yazdı defalarca.

Sadece Ortadoğu değil, dünya medyası gerçekten çok ama çok önemli bir figürü yitirmiş oldu.

En tartışmalı figür

Önceki gün yaşamını yitiren Dr. Butros Butros Gali de dünya çapında tanınan bir diğer Mısırlı’ydı. Gali,1992-1996 yılları arasında BM Genel Sekreterliği yapmıştı. Bu göreve gelen ilk Afrikalı’ydı. Mısırlı bir Kıpti olan Gali’nin ikinci kez Genel Sekreter olmasına ABD karşı çıkmış, bu nedenle seçilemeyince yerini Gana’lı Kofi Annan’a bırakmıştı. Bu özelliğiyle de BM tarihinde bir dönem görev yapan tek genel sekreter olmuştu.

Sovyetler Birliği onun döneminde dağıldı, Soğuk Savaş’ın sona ermesi de onun dönemine rastlar. Genel Sekreterlik yaptığı dönem Afrika’da, Balkanlar’da büyük insani krizlere tanık olundu. Ruanda’daki soykırımı önleyememesi en büyük başarısızlıkları arasında sayılır. ABD’yi, BM’yi kendi çıkarları için kullanmakla eleştirmiş olması unutulamaz. ABD’yi diplomasiye önem vermemekle suçlardı. “Roma İmparatorluğu’nun demokrasiye ihtiyacı yoktu. ABD’nin de yok” demesi ise hafızalardan silinmemiştir.

Heykel de Gali de aynı yaşta 93 yaşında öldüler.