Bu bir dil sürçmesiyle ağızdan öylesine çıkmadı. “Taammüden” söylendiğini “Gezi olaylarında haftalarca sokakları mesken tutarak her türlü çirkefliği sergileyenlere hak ettikleri teşhisi koyduk”, diyerek açıkladı söyleyen. “Sürtük”ün “gezicilerin meşrebinde” neye karşılık geldiği bilmediğini ama neyi kastettiğinin çok açık olduğunu ekleyerek!

Bir sözün neye karşılık geldiğini anlamak için “meşrep” araştırmasından önce sözlük taraması yapılır. Onu da, ta Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Dîvânü Lugâti’t Türk’e kadar giderek Attila (Aşut) Abi yapmıştı dün. Sözcüğün neye karşılık geldiği konusunda bir kuşkunuz varsa, dönüp Attila Abi’nin yazısına bakın.

Gezi’ye katılanlar, orada tepkilerini gösteren kadınlar ve o tepkileri haberleştiren kadın gazeteciler için sözcüğün neye karşılık geldiği, ne kastedildiği son derece açık!

Ne yazık ki, her çatışmada önce kadını hedef alan, küfür dilinin ve fiziksel şiddetin önüne kadını koyan bir kültür ve toplumsal/siyasal yapıyla sakatlanmış haldeyiz. Neyse ki, yeterli olmasa da, son yıllarda buna dair bir farkındalık ve örgütlenme gelişiyor.

G-9 Gazetecilik Örgütleri Platformu üyesi meslek örgütlerinin (AEJ Türkiye Temsilciliği, ÇGD, Disk Basın-İş, Haber-Sen, PMD, TGS) aralarına yeni katılan Gazetecilikte Kadın Koalisyonu’nun ve uluslararası örgütlerin (ECPMF, SEEMO) imzasıyla bugün yayımladıkları ortak açıklama, kadın konusundaki suçlarımızdan birini yüzümüze çarpıyor: Gazetecilere, bilhassa kadın gazetecilere, yönelik sistematik baskı ve şiddet! Onun polis şiddeti olarak ulaştığı son derece tehlikeli boyut.

“Türkiye’de haber takibi yapan birçok kadın gazeteci sahada polis tarafından hedef gösteriliyor, sözlü tacize uğruyor, tehdit ediliyor ve kendilerine karşı orantısız güç kullanılıyor. Söz konusu şiddet ve saldırıların son örneğini, İstanbul ve Ankara’da Gezi Direnişi’nin dokuzuncu yılında gördük”, denilen ortak açıklamayla, 31 Mayıs’ta İstanbul’da 1 Haziran’da Ankara’da Gezi anmalarını haberleştiren gazetecilere saldırı ve darp edilerek gözaltına alınmaları protesto ediliyor.

Gazetecilikte Kadın Koalisyonu’nun, şimdiye kadar kaydettiği vakalara baktığınızda, 2022’nin başından beri; “Türkiye’de en az 27 kadın gazetecinin polis şiddetine uğradığını. Mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek iki kadın gazetecinin evlerine yapılan polis baskınlarıyla, en az beş kadın gazetecinin ise sahada haber takibi yaparken gözaltına alındığını. Bunların yanı sıra birçok kadın gazetecinin sahada polisin tehditlerine ve sözlü tacizine maruz kaldığını”, öğreniyoruz.

Tepede “sürtük” denilirken aşağıda olanlara şaşıramıyorsunuz!

Kadın gazeteciler, sahada, çalıştığı kurumda, haber yazarken kısaca her yerde ve hayatın her alanında taciz ve şiddete maruz kalıyor”, denilen açıklamada, “Uygulanan bu sistematik baskı ve şiddete derhal son verilmesi”, “gazetecilerin özgür ve güvenli alanlarda mesleklerini devam ettirmesi” talep ediliyor.

Politikacıların, özellikle erkek olanların, küfrü ve cinsiyetçi ifadeleri seçerek kendilerini pek “milletten biri” gibi göstermeye, böylece sözlerinin etkisini artırmaya çalışmalarına yabancı değiliz. Yalanlarına da!

Ancak bizler gazeteciyiz! İşimiz sadece doğruyu söylemek. Bunu yaparken farklı jargonlarda söylenenleri biz de halkın diline tercüme ederiz. Kendimizi kendi derdimizi millete anlatmakla sınırlamaz, bütün dertleri anlatırız. Anlatırken, sahibine ait, söylenmesi gereken ama doğrudan söyleyemediklerimizi de “tırnak” içine alırız.

Asla “sürtük”lük yapmayız! Sadece haber yaparız! Dövülmek, sövülmek, tutuklanıp hapsedilmek, hatta bazen canımız pahasına…