suru-den-hic-ayrilmadi-186549-1.

Şair Sunay Akın, yıllar önce Prof. Dr. Server Tanilli’den aktarmıştı: “Tarihin elinde bir fotoğraf makinesı vardır. Dünyaya gelen insanın bir kez fotoğrafını çekermiş tarih, ama yalnızca bir kez! Yalvarsan, ikincisini çekmez... Her insan, o tek fotoğrafına bakılarak anılırmış ileride, nasıl biriymiş bu, ne yapmış, diye!”

• • •
Tarihin sizi hangi anında ölümsüzleştireceğini kestiremezsiniz elbet. O kare kendiliğinden çekiliverir. Bütün ömrünüzün özeti olur o kare.

İşte dün yitirdiğimiz Tarık Akan’ın tarih tarafından çekilen bu fotoğrafı kaldı geriye. Hayatı boyunca yaptığı mücadelenin afişi gibiydi.

Doğum günü olan 2012’nin 13 Aralık günü, Silivri Cezaevi’nin önündeki barikatları yıkmak için var gücüyle yükleniyordu. Kumpas davalarının mağdurları ile dayanışmak için ön saflarda çekilen bu karesi kaldı geriye.

• • •
O ne “aldatıldı” ne de “kandırıldı.” İstedikleri hiçbir şeyi vermedi.

Saray sofralarının figüranı, havuz dizilerinin en pahalı jönü olmayı değil, Yılmaz Güney’in “Sürü”sünden ayrılmamayı tercih etti.
Damat Ferit’e de bu yakışırdı. Güle güle “Uzun.”

***

Teröre karşı önceden nasıldık?

suru-den-hic-ayrilmadi-186551-1.

Hani yandaş olmayan bir gazeteci “Hükümet, bundan böyle teröre karşı acımasız olacak” dese, muhtemelen linç edilirdi. O gazetecinin “Vay! Sen hükümetimizin önceden teröre karşı müsamaha gösterdiğini mi ima ediyorsun?” nidalarıyla parsel parsel, pardon sütun sütun dayak yiyeceğini kestirmek kehanet olmazdı herhalde.

Gelin görün ki, bu açıklama “Al al al al” tapesiyle unutmayacağımız Efkan Ala’nın yerine atanan yeni İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan geldi. Soylu, bayramlaşma töreninde “Teröre karşı hiçbir zaman müsamahakâr olmayacağız. Acımasız olacağız” dedi.

Elbette her demokrasinin, kendisini yok etmek isteyen teröre karşı acımasız olması kadar doğal bir şey yok. Her türlü teröre karşı.

BirGün’ün önceki günkü manşetini hatırlıyorsunuzdur. Doğu Eroğlu’nun özel haberine göre polis, IŞİD’in yakalanan keskin nişancı dürbünlerini örgüte iade etmişti.

Umarız “Teröre karşı acımasız olacağız” diyen Süleyman Soylu’nun döneminde, polisin yakaladığı malzemeler terör örgütüne teslim edilmez.

***

Sanatsal “algı” ihracatı!

Önceki günkü Hürriyet’in ekonomi sayfasında büyükçe bir haber. Başlığı aynen şöyle: “Olumsuz algıya’ sanatçı dokunuşu.’’
Türkiye’nin en büyük sanat fuarlarından biri olan Contemporary İstanbul’un bu yılki hedefi, “Yabancının bozulan Türkiye algısını değiştirmek” olarak belirlenmiş.

Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay gibi çok sayıda sanatçı, yazar, gazetecinin arka arkaya tutuklandığı, cezaevinden avukatlarına verdikleri notlara bile el konduğu bir dönemde böylesi bir etkinliğin imajımızı nasıl düzeltmesini bekleyebiliriz? Dış dünyanın algılarının bu şekilde değiştiğini mi düşünüyorsunuz gerçekten?

Yoksa fuarın yancısı Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin yüksek yüksek tepelere selam çakmasından mı ibaret bu sanat sevicilik?
Sanatçıların tutuklandığı bir coğrafyada, sanatı halkla ilişkiler faaliyeti olarak sunmak bizim topraklara mahsus herhalde.

***

Bu tekere de Çomak soksak?

Hürriyet Kelebek yazarı Cengiz Semercioğlu’nun, yönetmen Sinan Çetin’in oğlunun karıştığı kaza ile ilgili sözleri epey tartışma yarattı. Ters yöne girerek polis memurunun ölümüne yol açan Rüzgar Çetin’in, “Sinan Çetin’in oğlu olduğu için cezalandırıldığı”nı söylüyordu. Sıradan biri olsaydı, çoktan tahliye edilirdi Cengiz Semercioğlu’na göre.
Bu satırları okurken aklıma, 22 yıl önce tutuklanıp ömrünün yarısını cezaevinde geçiren şair İlhan Çomak geldi. 21 yaşında girdiği cezaevinde, o güne kadar yaşadığı ömründen daha fazla tutuklu kaldı. Tutuklu ömründe adalet bekliyor hâlâ.
Oysa sıradan biri o. Sinan Çetin’in oğlu da değil. Öyle ya “sıradan biri”yse çoktan tahliye edilmiş olmalıydı. Onun neden 22 yıldır tutuklu yargılandığını da sorsak hep birlikte? Yoksa İlhan Çomak’ın suçu, Sinangir pardon Cihangirli olmamak mı?