Meselin, fıkranın, bilmecenin, atasözünün, türkünün, ninninin, maninin, mecazın, kerametin, kıyametin, üç yüz altmış altı evliyanın yurdu olan topraklarda, ağıtların yeri ayrıydı. Sözleri tuz keder, ezgisi insan susturan beyitler, zaman olmuş suda boğulana, sele kapılana, zaman olmuş Kıbrıs’tan, Kore’den dönemeyene, çok eski zaman olmuş, Moğol ve Tatar saldırısında yitenlere söylenmiş. Tarihi kırım, tenkil, sürgün nişangesi yurdumda, ağıttan fazla hiçbir şey yokmuş.

İnsan, ünlü ünsüz, fakir zengin, güçlü zayıf, pek çoklarına ağıt yakmış. Son elli yıl içinde yazılmış bir ağıt da, ince kara çocuk Ali Haydar Yıldız’a söylenmiş. Bin dokuz yüz yetmiş üç’ün bir ocak ayında, Vartinik köyü, Mirik mezrasında bir mağarada kuşatılan, elinde ilkel kırma tüfeği, Keban işçilerinden çalınmış dinamitiyle, bir dünya devrimini başarmaya çalışan Ali Haydar, arkadaşlarını korumak için en arkada kalmıştı. En önde o vuruldu. Teğmen oradaydı, yüzükoyun kardaki Ali Haydar’ı ayağıyla çevirdi, -gülerek-, bu ölmüş, diye tısladı. Mağaradan kaçan ve birkaç gün yaralı saklanan İbo da yakalandı, kangren ayakları kesildi, ayaksız donmuş geceler, cehennemi sıcak gündüzler geçirdi, üç ay sonra Diyarbakır’da sorguda öldürüldü. Ali Heyder ağıdı, bir İbo’yla, bir teğmenle, bir Heyder’le konuşuyordu. Teslim ol, yapan teğmen, daha kimse teslim olmadı, diyen Eli Heyder, cemse arkasına bir iple bağlanan İbo, ağıt içinde, sanki bir tiyatral oyundaydılar.

Görev yaptığı yıllarda gençlere, yaşlılara, kadınlara ve erkeklere kan kusturdu. Köy bastı, toplu dayak ve işkence fasılları düzenledi. Ali Tamaç ve Ahmet Kırmızıtaş’a, yalnızca akrabaları olan belediye başkanına gözdağı vermek için bayıltana kadar dayak attırdı. Her yerde, burası sanki Rusya’dan getirilip ülkemizin doğusuna ekilmiş bir toprak parçası, propagandasını yaptı. Köyde, şehirde, sorguda, dayakta, propagandada teğmen vardı.

Mirik’ten de evveli, daha yetmişte, İbo’dan, Deniz’den, Mahir’den erken, asteğmen doktor Necdet Güçlü ülkücülerce öldürüldü. Memleket sağ-sol denen bölünme ve kan kıyamet günlerinin arifesindeydi. Tetiği çeken el bir MHP’linin, silah ise başkasınındı. Asteğmen Necdet öldü, daha binlercesinin toprağa gireceği bir kara dönem başlıyordu. O gün, o ilk cinayette teğmen değil, ama silahı oradaydı.

Kızıldere kan akmazdan önce, Mahir ve on’lar gelip köye sığınmadan, mahsun o köy evi henüz kuşatılmadan, kerpiçten ev binlerce kurşuna hedef olmazdan, kan kanla yıkanmazdan evvel yani, özel kuvvetler Ünye Fatsa takipteydi. Mahir, megafonlu teslim ol’a, dönmeye değil ölmeye geldik, dedi, bastı tetiğe. Kuşlar, böcekler, gökte turnalar, Mahir’in tarakası aynı anda, aynı türküyü söylediler. Kızıldere Kızıldere olalı, Kızıldere Kızıldere olduktan sonra böyle bir gün ne yaşandı, ne duyuldu, ne konuşuldu. Sonraları aferin ve takdirname alacak teğmen o gün, Kızıldere’deki evin önündeydi.

Ağca, sadece yazı yazıyor diye, Abdi İpekçi’yi, sonra elini kolunu sallayıp gittiği yurtdışında Papa’yı vurdu. Ülkücüler yıllarca, Malatya’da doğdu, Papa’yı vurdu, marşı uydurdu. Birkaç ay misafir edildiği hapishaneden askerlerce kaçırılan Ağca’nın yolu İran sınırına doğruydu. Yanı başındaki sadık yoldaşı, teğmendi.

Şırnak’a gitti, ardında kötülük kaldı. Yalova’ya vardı, yolsuzluk sesleri işitildi. Susurluk patladı, adı Veli Küçük ile anıldı. Emekli oldu, bu defa Manukyan’a sığındı. Mahir’e, Ali Heyder’e, İbo’ya, Abdi İpekçi’ye karşı nasıl koruduysa kötülüğü, bu defa rekor vergi ve para veren Manukyan’ı korudu. Elindeki ölüm saçan kırk yıllık eski silah, Manukyan için huzurdu. Teğmen yanı başımızdaydı, İstanbul’un ortasında.

Geçen pazar, yaşlıca bir adam Beşiktaş’ta saldırıya uğradı. Karnından vurulan kişi başka, kanlı tarihe imza atan sanki başkaydı. Nüfus cüzdanı ve estetikli yüz başka, o başkaydı. Deri başka, altındaki ruh başka, kafa başka, yürek başkaydı. Tarih yaşanan an, dün bugündü. Teğmen kırk beş sene sonra Beşiktaş’taydı. Gizli devletin küçük kurşun askeriydi, finali böyle yaptı. Hikâyede çok ders var, sana, bana, dosta, düşmana. Teğmen belletti.