Google Play Store
App Store

Son günlerde revaçta iki soru var. Muhalefet seçimlere nasıl girecek? Seçmen sandığa gidecek mi? Muhalif televizyon kanallara bakılırsa bu soruların cevabı net. Seçime ittifakla gidilmeli ve seçmen sandığa koşmalı.

Bu tartışma dokuz yıl öncesini andırıyor. CHP ve MHP’nin 15 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde o güne kadar adını çok az kişini bildiği Ekmeleddin İhsanoğlu konusunda ortaklaşıp aday yapıldığı seçim.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu sır gibi sakladığı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığını ilan edince de hem kamuoyunda hem parti içinde tartışmalara neden olmuştu. Hatta “sandığa gitmeyeceğiz” noktasına kadar varan tepkilere Kılıçdaroğlu, katıldığı bir toplantıda masaya vurarak “tıpış tıpış gidecekler” diyerek yanıt vermişti.

Sonuç olarak 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi yüzde 74.13 katılımla tamamlandı. Bu oran 1977 yılından bu yana (2007 ve 2010 referandumları hariç) en düşük katılımlı seçim olarak tarihe geçti. Hatırlanacağı gibi seçimde Erdoğan yüzde 51,79, İhsanoğlu 38,44 ve Demirtaş 9,6 oranında oy aldı. Bu seçim aynı zamanda ‘her nasıl oluyorsa’ bugüne kadar bir şekilde devam eden yüzde 52-48 dengesinin de başlangıcı oldu.

SEÇMEN NE YAPACAK? 

Gelelim bugüne. AKP dün 4. Olağanüstü Kongresi’ni topladı. Seçim kazanmış bir parti olarak kabineden parti organlarına kadar “yenilenme” yaşanıyor. Yerel seçimlerde başkan adayı olarak adı geçen bazı isimleri partide görevlendiren Erdoğan’ın, 31 Mart 2024’e de sürpriz bir liste ile hazırlandığı biliniyor.

CHP ise bugün İstanbul İl Kongresi’ni toplayacak. Kongreyi kimin alacığına bağlı olarak kurultay sürecinin fotoğrafı netleşecek. Kurultay sonrasında da zaten yerel seçim gündemi tüm partiyi ele geçirmek için hazırda bekliyor.

İlginçtir, ne AKP kongresi ne CHP’nin kurultay süreci geniş halk kitlelerinden beklenen ilgiyi görmedi. Hatta parti üyelerinin üzerinde bile etki olmadığını, il-ilçe kongrelerindeki katılım düzeyine bakarak söylemek mümkün.

Tüm bunlara rağmen, bu iki toplantı ülke siyasetinin geleceği açısından kuşkusuz çok önemli. Ülke geleceği açısından bu kadar önemli süreçler, yandaş ve muhalif medyanın tüm gayretlerine rağmen halkın dikkatini çekmiyorsa bunda bir tuhaflık yok mu?

Aslında yanıt çok açık. Halkın gündemiyle partilerin gündemi çok farklı. Halkın konuştuğu, yaşamsal bulduğu ve merak ettiği başlıklarla, kongre kurultay süreçlerinin başlıkları arasında büyük bir açı oluştu.

Bu nedenle ne kongre ne seçimler halkın (artık birer seçmen olarak değerlendirilen) gündemine giremiyor. Önümüzdeki seçimlere katılım oranı 1977 yerel seçimlerindeki yüzde 50’lik orana kadar gerilemese de gidişat son 20 yıl düşünüldüğünde önemli bir kırılmaya işaret ediyor.

SANDIK SİYASETİNİN SONU 

İktidar tüm kısıtlarına ve yıpranmışlığına rağmen ne yaptığını bilerek bir anlamda mecbur olduğu çizgiden ilerliyor. Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan ikilisi ile Ali Yerlikaya, Hakan Fidan, İbrahim Kalın ve Yaşar Güler dörtlüsünün Erdoğan liderliğinde ellerinde bir programla ilerledikleri çok açık. Kuşkusuz bu programın ülkenin geleceği ve geniş halk kesimleri için felaket getireceğini söylemeye bile gerek yok. Ama ortada bir iktidar ve bir de yol haritası var.

Kurumsal muhalefet diye ifade edilen Meclis muhalefetinin de kendince bir yol haritasının olduğunu, daha doğrusu bir beklentisinin olduğunu söylemek mümkün. Onlar planını yerel seçim gündeminin halkı toparlamasına ve bir kez daha sandığa gitmesi üzerine yaptı. Seçimlerde çok bir şey yapmadan 200 civarında ilçe, elindeki büyükşehirleri kaybetmeden 15-20 civarında da il belediyesi kazanılırsa sorun çıkmadan düzen işlemeye devam eder. Gerisi Meclis’teki itiş kakış. Plan bu kadarla sınırlı gözüküyor.

Bu gidişle bu planın bile tatmayacağını ifade ederek şunu söylemek lazım. Bu son derece sığ ve yanlış bir siyaset. Üstelik en az iktidar programı kadar ülkenin geleceğine zarar vereceği de açık.

Demokrasiyi sadece sandık olarak görüp, halka da yalnızca seçimden seçime başvurulan seçmen muamelesi yapmak bugünün Türkiye’sinde ölümcül bir hatadır.

Ülkenin dinamiklerini, gençlerin, kadınların, işçilerin varlığını unutup sadece sandıkla meseleyi çözmeye çalışmak, hem ülkeyi hem de AKP’yi tanımamak anlamına gelir. 14 Mayıs seçimleri bitti ve Türkiye’de yeni bir dönem başladı. İktidarın, rejimi sadece yukarıdan değil tüm toplum kesimlerini de içine alacak şekilde kalıcı hale getirme girişimleri sürüyor.

O yüzden mücadele artık her alana yayılmak zorunda. Muhalefetin asıl bakması gereken yerler, medyaya yapılan baskılar karşısında adliye ve cezaevleri kapısında devam eden direniş, Sputnik grevi, EŞİK’in laiklik mücadelesini başa alan Meclis çıkarması, Hataylıların Ankara ziyareti ve üniversiteli gençlerin yemek boykotlarıdır.

Tıpış tıpış ve mecburiyetten değil koşarak, gönüllü, büyük bir coşku ile gidilmesi gereken yerler tam da buralar olmalıdır. Bu alanlar örgütlü bir şekilde ses vermedikçe, dur demedikçe iktidarı geriletme şansı kalmamıştır.

Meclis muhalefeti ancak bu coşkuya eşlik ettiği oranda anlamlıdır. Gerisi, yani seçmen ve sandık muhabbetine sıkıştırılmış siyaset, ülkenin gerçek gündeminden çok uzak, coşkusuz, umutsuz ve de çok sıkıcı…