2023 zorlayıcı bir yıldı. Sadece deprem bile zorlaması için yetmişti. Ama kapitalizm için tüm olumsuzluklar bir fırsata dönüşür. Deprem mi oldu, demek ki bür sürü inşaat yapılacak. Küresel ısınma tehlikesi mi yaşanıyor, yeşil enerji girişimlerinden büyük paralar kazanılacak. Gıdaların genetiği bozulup kimyasallarla mı zehirleniyor, organik tarım girişimciliği devreye girecek. Aklınıza gelebilecek her olumsuz durum, bir fırsata dönüştürülüyor. Kapitalizm, bir virüs gibi her duruma ve koşula uygun olarak hızla kendisini güncelleyip kendisinin neden olduğu bütün olumsuzluklardan da bir fayda sağlamayı iyi biliyor. Peki ama depremde canını, bir yakınını, zorluklarla edindiği evini kaybeden insanlar... Ekonomik krizler birileri için fırsata dönüşürken yoksulların daha da yoksullaşması...

Yılın bu son günlerinde her fırsatta balıkçılar kahvesine uğruyorum. Bazen buradaki balıkçı kulübelerinden birisini kiralayıp kitaplarımı buraya taşısam mı diye düşünmüyor değilim. Odun sobasının çıkardığı çıtırtı sesine dışarıdan gelen rüzgâr ve dalga sesleri eşlik ediyor. Yıllardır değişmeyen bir manzara, şimdilik... Osman Abi yaşlandığı için kombi taktırsam mı diye düşünmüyor değil. Galiba zamanla burası da değişecek. Kahvenin yerine şık bir balıkçı restoranı yapılsa kimse şaşırmaz. Peki hayatımızdaki bütün bu olumsuzluklarla nasıl baş edeceğiz? Kapitalizm virüsü gibi her olumsuzu bir fırsata çevirmek mümkün mü? Aslında bu yaklaşım kişisel gelişim endüstrisinin temelini oluşturuyor ve bu yaklaşıma eleştirel bir isim de verildi yıllar içinde: Toksik pozitiflik.

∗∗∗

Ekonomik sistem, doğal olarak kendi insanını da yaratıyor. Tüketime hazırlanan tecrit edilmiş bireyi elinde tutmaya devam edebilmesi için bu toksik pozitifliğe ihtiyacı var. Geleneksel psikopatolojik yaklaşım bir tür sefaletçilik gibi damgalanıp bireysel sıkıntılar gelişim ve dirençliliği artırmak için bir fırsat gibi değerlendiriliyor. Hatta doğrudan ekonomiden terim ödünç alıp 'zihinsel sermaye' biriktirme üzerinde durulabiliyor. Psikanaliz, toksik pozitifliğe savununlar için karamsar ve çürümüş bir doktrin olarak görülebiliyor. Çaresizliğin sadece bilişsel bir önyargı olduğunu, travmanın gerekirse beyinden silinebileceğini, temizlenmiş bir bilinçdışıyla mutlu mesut yaşanabileceğini iddia eden pek çok yaklaşım...

Geçenlerde sosyal medyada durumu özetleyen bir videoya denk geldim. Videoda büyükçe bir tencerede canlı canlı pişirilen bir yengeç vardı. Tencerede çeşitli sebzeler, ekmek parçaları, soslar ve yavaş yavaş kaynayan su vardı. Yengeç, pişirildiğinden habersiz tenceredeki ekmek parçalarını yiyordu sakin sakin. Korku filminden bir sahne gibiydi. O görüntü uzun süre zihnimi meşgul etti ve toksik pozitiflik üzerine daha çok düşünmeme neden oldu. Tüketim toplumundaki bir bireyin o yengeçten bir farkı yoktu.

∗∗∗

David Lynch'in filmlerinde vardır, insanlar gülümser ama gülümsemelerinin gülmeyle bir ilgisi yoktur sanki, yapay ya da yapmacıklıktan ziyade bir tekinsizlik hissi verir, korkutucudur. Toksik pozitiflik, o tekinsiz gülümseme gibi insanı hayattan ve gerçeklikten koparan bir maskeye benziyor. O maskeyi kaldırınca dehşet dolu bir ifade belirecek, haset ve intikam hisleri ortalığa saçılacakmış gibi. Toksik pozitiflik, bilinçdışını tamamen egonun hizmetine sunar, ama lapsus olasılığından (utanç verici hatalardan, sürprizlerden) arındırılmış bir zihin, özne olma kabiliyetini de yitirir; çünkü insan robot gibi kusursuz çalışan bir mekaniklikten daha fazla bir şeydir. Kapitalizm, tam da bu açıdan istediğine bir türlü ulaşamaz, robotlaştırmaya çalıştığı bu insanlar zamanla bastırdığı kaygıların içinde boğulur, verimliği düşer. İleride hazır gıdaların içine antidepresanlar eklemek rutin bir uygulamaya dönüşebilir. Günümüzde hızla yayılan anksiyete ve depresyon, çaresizliğin ve pek çok psişik acının bilişsel önyargılar olduğunu iddia edenleri çürütüyor; kullandıkları yöntemler sadece kişiyi gerçeklikten koparıp geçici iyileşmeler yaratırken sorunları daha da derinlere iterek psişik acıların yaşam enerjisiyle bağlarını koparıp çeşitli ruhsal tehlikelerin önünü açıyor.

∗∗∗

Turgut Uyar'ın 1976'da yazdığı bir nota rastladım 'Kafka Okur' dergisinin 3. sayısında. Mutluluğun tek başına olmayacağını şöyle dile getirmiş şair: "Yaşadığım çok kötü günler, yaşadığım anlardaki yoğunluğunu yitirdi. Yaşadığım iyi günleri de unutmuşum. Sonuç: anlamsız bir ortalama. Neden de galiba hep tek başına yaşamaya zorlanmam. Toplumsal düzen gereği, mutluluğu tek başına aramam. Bin türlü hesaplı kargaşadan tek başına çıkabileceğim konusunda şartlandırılmam. Benim için ve benim durumumda olanlar için nerden bakılsa önemli olan sonuçtur. Anlık mutluluklar (mutsuzluklar birikir) birikmiyor."

Yeni yıl, anlamsız ortalamalardan uzaklaştığımız bir yıl olur umarım.