Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde dünyaya gelen çocuklar aşağıdaki şanlı cümleyle karşılanır:-Her...

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde dünyaya gelen çocuklar aşağıdaki şanlı cümleyle karşılanır:
-Her Türk asker doğar!
Hayata böyle başlayan bir ferdin ömür boyu “uygun adım” yürümesini istemek hiç de zor olmaz. Bu bakış açısıyla hayatın bütünü üzerindeki askerlik olgusu giderek içselleştiği için “toplumsal terhis” kimsenin aklına gelmez.
Oysa askerlik bir vatani görev olarak sınırlı hizmeti gerektirir.
Kimi uzun dönem 15 ay, kimi kısa dönem 6 ay silâhaltına alınır. Kim de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal gibi “geçiyordum-uğradım” kavlinden 21 gün ile sıyırır.
Ama kafalardaki askerli ise gerçek askerlikten daha farklıdır. Ömür boyu sürer…
Gündemdeki konu Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının sivil mahkemelerde yargılanmasına imkân sağlayan son yasa değişikliğinin getirdiği tartışma ortamı, “kafalardaki askerlik” kavramının ne kadar sağlam temeller üzerine oturduğunu bir kez daha gösterdi.
Yasanın özü, siyasete müdahale içeren eylemleri kapsıyor. Yoksa depodan mühimmat aşıran bir görevlinin yargılanmasıyla ilgilenmiyor. Ordu içinde meydana gelecek askeri suçlarda yine askeri mahkemeler görevlerini yerine getirecekler.
Siyasetçisinden gazetecisine akademisyeninden emekli generaline kadar geniş bir yelpaze yasa değişikliğinin “orduya saldırı” olduğu konusunda uyarıcı(!) açıklamalar yapıp, yazılar kaleme alıyorlar.
Gazeteci olduğumuz için bizi meslektaşlarımızın ayıpları ilgilendiriyor.
Turgut Özal’ın icraatları karşısında büyük bir hayranlık duygusu içinde kalan, ona “çağ atladık” dedirten Ertuğrul Özkök, son gelişmeyi “askerin gururunu kırmak, rencide etmek” olarak algıladığını aleni olarak yazıyor.
Evrensel standartlara ulaşmayı böyle yorumlamak için ancak “Türkiyeli bir Türk” olmak gerekiyor. Zaten Özkök’ün yirmi yıldır başında bulunduğu gazetenin logosunda da aynı belirgin çizginin sloganı yer alır:
-Türkiye Türklerindir!
Dünyanın başka coğrafyalarında dünyaya gelen Türkler de doğuştan asker midirler? Mesela Yunanistan, Bulgaristan, eski Yugoslavya, Rusya, Orta Asya Cumhuriyetleri ve Çin’de hayata gözlerini açan Türk bebeklerine “sen asker doğdun” deniliyor mudur?
Bilmiyoruz!
Eğer öyleyse sıralanan ülkelerin askeri olan bir Türk gencinin demokrasi algısını bizdekilerle paralellik arz eder mi?
Türkiye’nin “özel şartları” olduğu, bu şartlar yüzünden de 1946’da çok partili demokrasiye geçen ülkede hâlâ askerlerin rejim üzerindeki “opsiyonlarını” savunan çağdaş gazeteciler olabiliyor.
Özkök’le aynı standartlarda yaşayan-yarışan bir başka ünlü gazeteci Mehmet Yılmaz da kurucusu olduğu gazete Radikal’e ordu mensuplarını eleştiren bir yazarını neden kovulmadığını sorabiliyor.
Nur Çintay’ın, Orduevi gözlemlerini doğrudan orduya karşı bir saldırı olduğunu “ihbar eden” Yılmaz, gazetenin eski yazarı Mine Kırıkkanat’ın üç yıl önce bir başka toplumsal kesimi eleştiren yazısı yüzünden kovulduğunu hatırlatıp soruyor:
-Radikal’in ilkelerine ne oldu?
Yılmaz üç yıl önce Mine için çıtını çıkartmamıştı.
Gazetecinin ancak meslektaşlarının yazma özgürlüğünü savunması gerekmez mi?
Ama olmuyor işte…
Doğuştan asker olduğu varsayılan bir ulusun üst düzey gazetecileri ne kadar sivil-şık giyinseler de beyinlerdeki muvazzaflık bir türlü sona eremiyor.
Askerlerin darbe yapma hakkının olmadığı yeni yasal düzene de alışacağız. Biraz zamana ihtiyaç var. Zaman her şeyin ilacıdır. Ama bu sürecin esas ilacı ruhlarda, beyinlerde saklı duruyor:
-Toplumsal terhis!