Resmi olmayan ilk sonuçlara göre, ABD başkanlık seçimlerinin Cumhuriyetçi aday adaylarından Donald Trump doğduğu eyalet olan New York’ta rakiplerine karşı büyük bir fark yakalayarak ipi göğüsledi.
Zekasının parlak olmadığını kendi seçmeninin de kabul ettiği bir politik figür olarak Trump’ın, buna rağmen büyük kitlelerin oylarını kazanması “sıradan bireyin” öfkesini yansıtmadaki ustalığıyla ilgili elbette. Sağcı politikacı, vicdanını soğutmak için adaletin yetmediğini düşünen o bireyin rahatlıkla “evet” diyebileceği çözümleri savunmanın kendisine oy getireceğini iyi biliyor. İzleyenler tanıktır, Trump, ülkede idam cezasının varlığına rağmen bunu yeterli görmeyip, suçlulara işkence yapılması gerektiğini de sık sık dile getiren korkunç bir adam.

Brüksel saldırılarının sorumlusu olduğu söylenen Salih Abdülselam’ın, saldırılardan çok önce şüpheli olarak gözaltına alındığında işkence görmesi halinde Brüksel katliamının yaşanmayacağını söyledi örneğin. Bunun ABD’de işlenen suçların zanlılarının da işkence görmesini isteyen kendi seçmeni üzerinde etkili olduğunu söylemeye gerek yok.

Yani Trump, sadece kendi ilkelliğini dile getiriyor değil. Söylediklerinin, savunduklarının içinde yer aldığı toplumda bir karşılığı var, ki ona oy olarak geri dönüyor sürekli. ABD’de bazı eyaletlerde başarılı sonuçlar da alabilmiş güçlü bir idam karşıtı kampanya mevcut. Trump’ın işkence yanlısı söylemleri bu kampanya karşısındakilere de bu karşıtlıklarında ciddi bir güç kazandırıyor.

Trump’ı Ortaçağ Hristiyanlığının en büyük vahşisi olan, işkenceci, baş engizisyoncu Torquemeda ile karşılaştıranlar bu nedenle çok haklılar.



Batı toplumlarında işkence 18. yüzyıldan bu yana resmi olarak yasak oysa. İngiltere 1641’de yasakladı örneğin. İskoçya 1708’de işkence uygulamasına son verdi, İhtilal Fransası da 1798’de ceza yasalarından çıkarıp attı. Tabii bunlar işkence uygulamalarının ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Fransız yönetiminin Cezayir direnişçilerine ne işkenceler yaptığı hala hatırlanır. İngiltere’nin Kenya’da, Belçika’nın sömürdüğü kimi Afrika ülkelerinde bağımsızlık yanlılarına işkenceleri de. İkinci Dünya Savaşı boyunca Nazilerin ne kadar büyük bir işkence ağına sahip olduğu da belgeleriyle ortaya çıkmıştı. ABD’nin Irak’ta Ebu Greyp cezaevinde, Guantanamo’da yaptıkları ise malum.

Ama ilk kez, en azından ABD siyasetinde ilk kez, üst üste seçim kazanan bir politik figür işkencenin savunuculuğunu yapıyor. Başkan olduğunda bunu hayata geçirmesi kolay değil elbette ama vahamet Trump’ın vahşi çözüm (!) önerilerine binlerce insanın onay vermesinde.

Kürtaj karşıtlığı, göçmen/yabancı düşmanlığı, ırk eşitliğini reddetme gibi sağ hastalıkların hepsinin toplamı olan Trump’ın işkence savunuculuğu, tüm bu hastalıklara sahip seçmeni için kabulünde zorluk olmayan bir tutum.

Çünkü sağcı seçmen, bilerek ya da bilmeyerek, “dirlik/düzen” sandığı o “büyük oyunun bir parçası”dır her zaman. Bu oyunun dışına çıkan her birey ya da kurum vahşeti hak ediyor haliyle. Albert Camus’nun “babasının cenazesinde ağlamayan adamı idam ederler” cümlesi “büyük oyunun parçası” olmayanların akıbetine işaret eder, ki çok doğrudur.

Bu söylemler, “düzen”, “devlet millet bekası” için desteklenir her zaman. “Vatan söz konusuysa gerisi teferruattır” sonuçta.

Bu Türkiye’de, hatta fazlasıyla geçerlidir. Recep Tayyip Erdoğan’ın “çözüm süreci bitti, şimdi operasyon zamanıdır” sözleri bugün yapılacak bir seçimde oylarını arttıran çok önemli bir söylemdir. Sağcı politikacı, savunduğu düzenin adaletinden memnun olmayan seçmeninin intikamcı duygularını okşayarak kazanmayı başaran bir figürdür çünkü.

Trump, kazanırsa, ki ciddi bir ihtimal olduğu görülüyor, bundan ötürü kazanacak.