4+4+4'ün öğretim programları ile kitapları TÜBİTAK’ta hazırlanıyor. Sonra Talim Terbiye Kuruluna gönderilip usulen imza altına alınıyor. Bakanlık yaptığı işe bilimsellik katsın diye bu yolu tercih etmiş olabilir fakat doğru bir yol değil bu. İlk ve ortaöğretime ait öğretim programlarını ve ders kitaplarını herhangi bir alanda uzmanlaşmış bilim insanları hazırlamaz; bilimsel bilgiyi esas alan pedagoglar hazırlar.

Ne demek istediğimi bir anekdotla izah edeyim: Talim Terbiye Kurulunda görev yaptığım dönemde, yazdığı taslak ders kitabı için onay başvurusunda bulunmuş fakat beklediği onayı kolay kolay alamamış bir profesörden sürekli itiraz dilekçeleri gelirdi. Dilekçesinde inceleme komisyonu üyelerinin kendisine karşı hasmane tutum içinde olduklarından dert yanardı. Hatta İzmir'de katıldığı bir konferansta incelemeyi yapanların öğretmen kökenli olduğundan söz etmiş, küçümseyici ifadelerle öğretmenlerin bir profesörün kitabını inceleyip değerlendirmesine anlam veremediğini belirtmişti. Her seferinde kendisine kitabında tespit edilen hatalarla birlikte yazılı yanıt verilir, ikna edilmeye çalışılırdı. Tabi ikna olmazdı. Bir gün, şikâyetini sözlü olarak aktarmak üzere Talim ve Terbiye Kurulu Başkanına gelmiş. Başkan, sorunun muhatabı olarak hocayı benim de dinlememi istemiş. Hocanın yazılı şikâyetlerini bir de sözlü olarak dinledim.

Sözünü ettiğim profesör, alanında Türkiye’nin seçkin bilim insanlarından biriydi. Ona, komisyon üyelerinin, diğer yazarların kitaplarını incelerken verdikleri bilgileri kendisine ait akademik yayınlara başvurarak test ettiklerini, bilim insanı olarak kendisinden yararlandığımızı söyledim. Taslak kitabının umduğu notu alamamasının ise bilimsel hatalardan değil, bilimsel bilgileri 9. sınıf düzeyindeki öğrencilere aktarırken sınıf ve yaş düzeyine uygun yöntemin kullanılmamış olmasından kaynaklandığını anlattım. Kendisine ders kitaplarında, bilginin doğruluğu kadar, düzeye uygun anlaşılır bir yöntemle verilmesiyle ilgilendiğimizi; anlatım biçiminin (dilin), konuların uygun görsellerle desteklenmiş olmasının ve tasarımın önemini izah ettim ve bunu da öğretmenlikten gelme uzmanların ayırt edebildiğinin altını çizdim. Hoca beni dikkatle dinledi ve Kurul Başkanına dönerek "Hiç böyle düşünmemiştim, bu çocuk haklı; buna dikkat edeceğim." dedi. Ve ikna olmuş bir şekilde ayrıldı.

Yani, ders kitabı yazarlığı öyle eli kalem tutan herkesin yapacağı bir iş değil. Deneyimlerle pekiştirilmiş uzmanlık gerektirir. Laboratuarda değil alanda yazılır. Ne yazık ki 16 milyon örgün öğrencisi olan Türkiye’de ders kitabı uzmanlık gerektiren bir iş değil. Bundan dolayı önüne gelen ders kitabı yazabiliyor. Bilim kurulu olması TÜBİTAK'ın bu alanda yetkin olduğu anlamına gelmez. Yetkin olsaydı, birinci sınıflar için hazırladıkları kitapta beş yaşındaki çocuktan içinden çıkamayacağı eşleştirmeler yapmasını istemezdi.

NOT: Talim Terbiye Kurulu,  TÜBİTAK’ın birinci sınıflar için hazırladığı kitabı “Eğitim aracı”, yani yardımcı kitap olarak onayladı. Fakat bu eğitim aracı ders kitabı yerine kullanılacak.

***

 

 

 

 

 

 

İki aylık planını yapamayandan bakan olur mu, hem de eğitim bakanı?

Milli Eğitim Bakanının Talim ve Terbiye Kuruluna bağlı Öğretim Materyalleri Geliştirme Merkezinde görevlendirdiği 48 kişinin yarısı, geçtiğimiz Haziran’a kadar zaten orada görevliydiler. Ömer Dinçer bir sabah kalktı bir genelge yayımlayarak görevlendirme yoluyla çalışanların asıl kurumlarına dönmesi gerektiğini söyledi ve karar uygulandı.  Aradan iki ay geçtikten sonra ne oldu da geri adım atıldı? Bakanın bu soruya vereceği en makul yanıt 'ihtiyaç hasıl oldu' olabilir. O zaman sorarız, 'sen nasıl Bakansın ki iki ay sonrasını göremiyorsun?' Şaşkınlık işte...

 

 

Görevlendirilen kişiler eş-dost, akrabaymış... İlk görevlendirme sırasında da görevlendirme ölçütü eş-dost, akraba idi. Kamuda eş-dost ölçütünün AKP için kolaylığı, görevlendirilen kişilerin ayrıca siyasi uygunluğunu araştırmayı lüzumsuz hale getiriyor. Muhafazakârlar bunu hep yaparlar çünkü siyasi görüşün genetik bağla taşındığına inanırlar. Görevlendirme, kadrolu personeli esnek çalışmaya zorlamaktır. İşinizi kadrolu yerine emanetçi personel eliyle yaparsanız arzu ettiğiniz sonucu garantiye almış olursunuz. Yıllık 300 milyon liralık ders kitabı pazarını sevk ve idare eden Talim Terbiye gibi kurumlarda bu önemlidir.

 

 

 

 

 

Bu görevlendirmelerin çuvala sığmayan bir yanı da görevlendirilen kişilerde kurumun mevzuatla belirlenmiş ölçütlerinin aranmamasıdır. Mevzuat, Öğretim Materyalleri Merkezinde görevlendirilecek kişilerde eğitim alanında yüksek lisanslı ve Kamu Personeli Dil Sınavı (KPDS)'ndan yüz üzerinden 50 puan almış olmayı gerektiriyor. Listeye baktım, iki kişi dışında bu koşulu taşıyan yok. Devlet Memurları Geçici Süreli Görevlendirme Yönetmeliği'nin 4. maddesinin (a) bendi, "Görevin gerektirdiği şartlara sahip olması ve yapılacak işin mesleği ile ilgili bulunması"nı şart koşar. Yani herhangi bir yerde görevlendirilecek kişinin, asilde aranan nitelikleri taşımasını zorunlu kılar. Kabile gibi yönetiliyoruz vesselam! 

 

 

 

***

Çocuğuna ihanet, vatanına ihanet

Okula erken başlatılmalarının Başbakanın çocukları üzerindeki etkisini ne yazık ki test edemiyoruz. Milli Savunma Bakanı İsmet Özel, Kamer Genç'in "Başbakanın oğlu hangi hastalıktan rapor aldı?" sorusunu özel hayatın gizliliğine sığınılarak yanıtlamaktan kaçınılmasaydı belki bu konuda bir ipucu elde edebilirdik. Burak Erdoğan'ın görünürde fiziksel bir kusuru bulunmadığına göre raporu psikolojik olabilir(mi?). Eğer öyleyse, (ihtiyat payını bırakarak) okula erken başlatılması askere alınmasını engelleyecek kusurun sebeplerden biri olamaz mı? "Rapor alanları evlatlarına ihanetle" suçlaması Başbakan açısından bence de büyük talihsizlik olmuştur.

Erdoğan'ın oğlu, askerlik muayenesi döneminde gerçekten hasta olmuş olabilir. Peki, hastalığı zaman içinde tedavi edilmiş ve askere gitmesine engel durumu ortadan kalkmış  olamaz mı? İş hayatındaki başarısı engelli olmadığını gösteriyor. O halde raporun yenilenmesi gerekir. Aksi halde Milli Eğitim Bakanının teşviki ile rapor aldığı için  çocuğuna ihanetle suçlanan veli, askere gitmemeyi vatana ihanet sayan zihniyette olduğunu sandığım Başbakanı vatana ihanetle suçlarsa söyleyecek sözü kalmaz.

 

Tayyip Erdoğan'ın çocukları, onun bunun parasıyla önceden hazırlanmış uygun koşullarda okudu. İş yaşamlarında da babalarının hatırı sayıldı! Çocuk yaşta çok zengin oldular. Hatırı sayılır, gönülleri alınır yurttaşlar onlar. Erdoğan, bir Hasan Temel olsaydı ve çocuklarını mahalle mektebinde okutsaydı; okulları, okula gidiş gelişleri, beslenmeleri, evdeki çalışma ortamları, ders araç-gereç olanakları Hasan amcanın çocuğu ile aynı olsaydı “66 ay meselesinde gidip rapor alanları evlatlarına ihanetle vasıflandırıyorum.” der miydi? “Ben de babayım. Biz çocuklarımızı yaşları daha gelmeden okula başlattık.” diye övünebilir miydi?