Tunus’ta, tehlike tamamen geçmiş olmasa da, İslam’ın ılımlısı da radikali de artık tükenmiştir. Şimdi çok güçlü olan, ama Arap Baharı sahtekârlığında varlığından, gücünden, etkisinden özellikle söz edilmeyen sol demokratikleşme mücadelesi verecek. Bu mücadelede İslamcıların “demokrasi yanlısı” olduğu yalanına artık inanılmayacak.

“Yazgıya boyun eğmeye alışmış, mukadderatın altında ezilmeyi özümsemiş bir insan sürüsünden, bir kabile yığınından, aşiret parçacıklarından, bir vatandaş topluluğu yarattım”. Habib Burgiba

Çok değil 26.01.2016 tarihli “Ilımlı İslam’ın Kaybettiği Ülke: Tunus” başlıklı Arka Plan’da şunları yazmıştık: “Laik, solcu bloğun kendi aralarındaki anlaşmazlıklarından yararlanıp aradan sıyrıldığı için İslamcı Ennahda’nın Tunus’ta yeniden söz sahibi olmasına aldanmamak lazım. İslamcılar için Tunus hiçbir zaman “çantada keklik” değil. Olmadı da zaten. Çünkü ülkede çok ciddi bir laik damar var”.

Önceki gün de Dış Haberler sayfamızda, Ennahda’nın siyasetle dini birbirinden ayırma kararı aldığını, dolayısıyla artık laik olduğunu açıklamasını haberleştirirken de “Ennahda Tunus’daki laik damara tosladı” demiştik.

Tunus konusunda özellikle, “Arap Baharı” adı verilen süreci, “devrim” sanan çevreler yanlış okudular. Bütün Ortadoğu’ya yayılan kalkışmaların kıvılcımının atıldığı ülke olan Tunus’ta ayaklanmayı İslamcılar değil, ülkenin demokratik güçleri, işçi sınıfı örgütleri, demokrasi yanlısı laik kesimler başlattılar. Ancak, bu kalkışma, daha sonra Ortadoğu’daki İslamcı hareketin gelişimine bakanlar Tunus’ta da “olsa olsa onlar başlatmıştır” diyerek yaklaştılar gelişmelere. Estirilen rüzgara kendisini kaptırmış olacak ki, yaşadığı batı ülkesinden Tunus’a dönen Ennahda lideri Raşid Gannuşi de kendisini hazır bekleyen bir başbakanlık olduğunu bile sandı. Oysa,Tunus emekçi ayaklanmasının gerçek yaratıcıları diktatörü kovduktan sonra iç çekişmeler yüzünden bir araya gelemeyince İslamcı Ennahda 23 Ekim 2011’de ülke tarihinin ilk demokratik genel seçimlerinde aradan fırlayıp iktidar olabilmişti. Kimilerinin “zafer” dediği buydu.

Ennahda’nın kazandığı “zafer” tek başına hükümet kurmasına yetmedi. En güçlü olduğu zamanda bile koalisyona ihtiyacı olmuştu. Bu önemli bir göstergedir. Muhammed Munsif Marzuki’nin Cumhuriyet İçin Kongre Partisi ve Mustafa Cafer’in Emek ve Özgürlük İçin Demokrasi Bloğu partileriyle bir koalisyon hükümeti kurdu. Yapılan uzlaşma sonucu Cumhurbaşkanlığı görevine Munsif el-Marzuki, Başbakanlığa da Ennahda Genel Sekreteri Hammadi el-Cibali getirildi.

Ancak Ennahda iktidarını laikler karşısında koruyamamıştı. Ennahda ağırlıklı hükümet döneminde ülkeyi sarsan siyasi cinayetler oldu. Solcu Demokrat Yurtseverler Partisi Genel Sekreteri Şükrü Belayid öldürülünce El-cibali istifa etti. Başbakanlık bu kez Cibali hükümetinin İçişleri Bakanı Ali el-Arayyıd’a verildi. İktidar yine Ennahda ağırlıklıdır. 25 Temmuz 2013’de bu kez yine muhalif lider Muhammed İbrahimi öldürüldüğünde hükümet dağılacaktır.

Ardından ülke siyasetinde ağırlığı olan laik kurumlar, Tunus Barosu, Meslek Odaları Birliği, Sendika ve Tunus İnsan Hakları Birliği öncülüğünde başlayan “Ulusal Diyalog Müzakereleri” sonucu geçici bir hükümet oluşturulacaktır. Sonrasında yapılan genel seçimlerin galibi laik Nida Tunus Partisi olacaktır.

Tam 25 ay süren Ennahda hükümeti dini söylemlerinin dışında hiçbir sorunu çözemediği gibi sorunlar yarattı. Planı, projesi yoktu çünkü. Bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminde Ennahda aday bile çıkaramadı. İktidarı süresince Ensarüşşeria adlı selefi terör örgütünü büyüttü Ennahda. Adı geçen örgüt Şaanbi dağında Tunus askerlerini katletmişti. Ennahda hükümeti sırasında yaşanan İslamcı terör sadece Tunus halkını tedirgin etmekle kalmadı, ülkenin en büyük gelir kaynağı olan turizmi vurdu, yabancı sermayenin ülkeden kaçmasına yol açtı. Nahda’nın Kuran ya da sünnete dayalı söylemi, Tunus halkın çoğunda “ülkenin yabancısı” olduğu hissini uyandırdı. Dinin sahibi, ülkenin sahibi, maneviyatın sahibi tutumları Ennahda’nın gözden düşmesine yol açtı. Çünkü ülkede kökleşmiş olan laik damar bu söylemlerin halkta karşılık bulmasına engel oldu. Ennahda, demokrasisi çok sancılı da olsa Tunus halkının demokratik yollardan gerçekleştirdiği bir protesto geleneği olduğunu kavrayamadı. Tunus halkının ülkenin kurucusu Habib Burgiba tarzi bir uzlaşma, anlaşma kültürü vardır, Ennahda bunu anlayamadı.

Bizzat Gannuşi’nin ülkedeki gayrimüslimlere yaklaşımı dinden çıkanlara uygulanması gereken cezalar ile kadına bakışındaki sorunlar, tüm bunlara alışık olmayan Tunus halkında anti İslamcı eğilimlerin yeniden güçlenmesine yol açtı. Yine Gannuşi’nin ülkedeki tüm kötülükleri laikliğe bağlaması, laiklik sayesinde diğer İslam ülkelerinden daha huzurlu olan Tunus’da İslamcılığa karşı muhalefeti iyice büyüttü.

İslamcılık neden başaramadı?

Habib Burgiba’nın devrim niteliğindeki reformlarla sağlam zemine oturttuğu laiklik yüzünden başaramadı. 1959’da Fransa’dan bağımsızlığını kazandığında ülkenin kurucusu olan Burgiba’nın yaptığı ilk iş yürürlüğe soktuğu Şahsi Ahval Mecellesi ile çok eşliliği yasaklamak oldu. Bu yasa kadına aynı zamanda boşanma hakkı da tanıyordu ki, bir başka Arap İslam ülkesinde hayata geçirilmesi büyük cesaret ister. Ülkenin laikliği o denli kapsayıcı idi ki, 1960 yılına kadar Yahudi vatandaşlar da Tunus ordusunda görev alabiliyorlardı.

Ne petrolü var, ne doğal gazı. Ne de komşularıyla arasını açacak bir sınır sorunu. Burgiba’nın “Bize kim saldıracak? Ne petrolümüz var, ne de gazımız. Hem komşumuz bize saldırmaya karar verse ona karşı duramayız. Dolayısıyla eğitim ve sağlığa odaklanalım. Gerisini diplomatik yollarla hallederiz” dediğini söylerler. (Söz konusu komşu ülke Cezayir’dir. Tunus topraklarında olan bir bölgedeki petrol yatağının kendisinin olduğunu ileri sürdüğünde Burgiba, “verin gitsin. Tersi durumda kaybedecek çok şeyimiz var demiştir). Bu nedenle tüm enerjisini, ülkenin altyapısını, sporunu, sağlık sektörünü, ekonomisin geliştirmeye, halkını eğitmeye (bugün bile eğitim oranının yüksekliği ile İslam ülkeleri arasında ilk sıradadır Tunus) adadı Burgiba ile arkadaşları. Eğtimde Cibuti’den, Irak’tan, Mısır’dan, Ürdun’den, Fas’tan, Suriye’den, Yemen’den çok daha ileridedir Tunus.

Peki, Burgiba’nın reformlarını yaşama geçirdiği ilk yıllarda Tunus nasıl bir ülkeydi? Kabile düzeninin olduğu, halkının yüzde 90’ının şehir nedir bilmediği, halkının neredeyse tamamının muhafazakar olduğu bir ülkeydi Tunus. Peki Burgiba reformlarını zorla mı yaptı? Hayır. Büyüklüğü buradadır zaten. Değişimi muhafazakarları da ürkütmeyecek biçimde yaptı. Muhafazakar değerlere 1959 Anayasası’nda yer verdi. Şahsi Ahval Mecellesi’ni yaşama geçirirken, savunusunu İslam’ın da kimi yasalarına dayanarak yaptı. (Burgiba’nın daha sonradan Tunus’un yeni dinamiklerini anlamadığı, mutlak bir iktidar sahibi olarak demokratik bir tarz geliştiremediği de bir gerçektir. Bu dört başı mamur bir Burgiba değerlendirmesinde hem de fazlasıyla ele alınacak önemde ayrı bir konudur).

Şu ekmek ayaklanması

Demokratik hak arama konusunda Tunus halkının bir hayli deneyimi olduğunu anımsamak gerek. 3 Ocak 1984’de, kısa süreli bir isyandı bu ama Burgiba’nın inişe geçtiği bir dönüm noktası kabul edilir. Bu ayaklanmada İslamcıların etkisi yoktu. Ancak bu isyanın üzerinden kendisini geliştiren bir hareket oldu İslamcılık. Aslında 1981’den beri ülkede vardılar. İslami Yöneliş Hareketi’ni kurdular önce. Lideri de işte şu meşhur Gannuşi efendi. Kuranı Kerimi Koruma Derneği’ni denetlenmesi kolay olur düşüncesiyle devlet çatısı altına alması Burgiba’nın en büyük hatalarından biriydi. İslamcılar bu derneğin içinde Siyasal İslam’ın örgütlenmesini gerçekleştirdiler. Yine Gannuşi efendinin liderliğinde İslami Cemaat adlı yapı böyle ortaya çıktı. Öyle ki, İslami Cemaat 8 Kasım 1987 günü Burgiba’yı devirme planlı yapacak kadar güçlendi. Eğer bir gün önce Bin Ali kansız bir darbeyle Burgiba’yı devirmeseydi İslamcı darbeyle uyanacaktı Tunus halkı. Burgiba’nın reformları iyiydi belki ama bu ülkedeki sosyal adaletsizliği, ekonomik sıkıntıları, eşitsizliği ortadan kaldırmaya yetmedi. İslamcıların istismarcı bir yöntemle, aslında asla çözemeyecekleri bu sorunlara çözüm alternatifi olarak kendilerini sunmalarını kolaylaştıran bir etkisi oldu bunun. Aslında güçlü bir tabanı olan sol ise önderlik düzeyinde yaşanan ayrışmalar nedeniyle bir alternatif olarak kendisini gösteremedi. 1979 İran İslam Devrimi’nin etkisinin tüm İslam dünyasını sardığı zamanlardı.

2011 ayaklanmasına bu koşullarda gelindi. 30 Ocak 2011’de Gannuşi efendi İngiltere’den alayı vala ile memlekete “avdet etti”. Destekçileri, Medine’ye gelişinde karşılayıcılarının Muhammed için söyledikleri “Tala’al-badru Aleyna” ilahisi ile karşıladı onu. Gözlemciler, Tunus halkının şaşırdığı, İslamcıların gerçek niyetinin ne olduğunu anladığı an olarak bu karşılamayı gösterirler. Kendilerinin alternatif olduğunu söyleyenler düpedüz şeriat rejimi isteyen yobazlardı. Aynı saatlerde o sıralar yasadışı olan Ennahda’nın başkentin Montplaisir semtinde resmi merkezinin açılışı yapılıyordu.

Toplu nikâhlar

Fakirliğe, eşitsizliğe, adaletsizliğe İslami çözüm mü? Ennahda böyle diyerek geldiği Tunus’ta, Katar sermayeli El Cezire televizyonunun naklen yayınladığı toplu nikahlar kıymaya başlamıştı. Çözümü gerekli en acil sorun buydu İslamcı için çünkü. Her yerde olduğu gibi orada da işi gücü kadın, cinsellikti. Başka ne olabilirdi ki?

Yavaş yavaş uyanış

Durumun vahametini önce Tunus kadını anladı. Bizdeki “liberal sünepelerin” “laikçi teyzeler” diye sözüm ona alay ettikleri binlerce yaşlı kadın ile genç kız İslamcılara itirazlarını korkusuzca dile getirmeye başladılar. Bunun için ilk fırsat bir suikast sonucu öldürülen solcu politikacı Şükrü Bilayed’in 8 Şubat 2013’de düzenlenen cenaze töreni oldu. On binlerce kişinin katıldığı törende defalarca “Katil Gannuşi” sloganı atıldı.

Henüz başlangıçtı bu. Ennahda siyasi bir güç olarak bir numaraydı hala. Nitekim yapılan seçimlerde iktidara geldi. Gannuşi Başbakan olmadı, yerini “dindaşı” El Cibali’ye bıraktı. Sus şehrinde yaptığı zafer konuşmasında Cibali “yeni bir devlette, İnşallah, Altıncı Hilafet Devleti’nde, şu an tarihi bir an, ilahi bir anı, medeniyet açısından dönüm noktası olacak bir anı yaşıyorsunuz” dedi.

Sadece bu sözler değil, Ennahda’nın seçim kampanyalarında kullandığı “Kardeşler. Cennetin kapıları açıldı, girmeye tereddüt etmeyin” diyerek kendisine oy verenlerin cennetlik olduğu propagandasını yapması Tunuslu için ikinci bir kırılma noktası oldu.

Tunus hiçbir zaman demokrasi ülkesi olmadı. Burgiba’nın tek adam diktası, onun ardından gelenlerin baskıcı yöntemleri yine de İslamcılığı ülkede “alternatif” yapamadı. Çünkü Tunus’ta laik kazanımların varlığı her şeyden önemliydi. Demokrasi arayışındaki halk, “demokrasi” için laiklikten vazgeçmedi. Özellikle İslamcıların “demokrasiyi” bir araç gibi kullandıklarının farkına vardığı andan itibaren, seçimlerde eski rejiminin yöneticilerini bile seçmekten çekinmedi.

Gannuşi’ye çark ettiren etken

Gannuşi’nin artık din ile siyaseti birbirinden ayırcaklarını söylemesi bir takiye olarak değerlendirilebilecek olsa da, İslamcılığın hayat bulmasının zor olduğunu kabul ettiği inkar edilemez. Ilımlı sanılan ama son derece radikal olan görüşlerinden kişisel olarak vazgeçtiğini sanmam. Bulduğu ilk fırsatta yeniden bu görüşler doğrultusunda bir yönetim kurmaya çalışacağı da kesin. Ancak Tunus, güçlü laik geleneği olan, laiklikten geri dönüşün hiç de kolay olmadığı bir ülke. Gannuşi, planlarının, programlarının artık Tunus’ta karşılığının bulunmadığını son iki (biri genel , diğeri cumhurbaşkanlığı) seçimde Ennahda’nın laikler karşısında aldığı ağır yenilgiyle anlayabildi. Tamamen yok olmaktansa, laikliğe boyun eğerek, faaliyetlerini laikliğin çizdiği sınırlar içinde sürdürmeye razı olmuş bir siyasi harekettir artık Ennahda.

Tunus’ta, elbette tehlike tamamen geçmiş olmasa da, İslam’ın ılımlısı da radikali de artık tükenmiştir. Şimdi çok güçlü olan, ama Arap Baharı sahtekârlığında varlığından, gücünden, etkisinden özellikle söz edilmeyen sol demokratikleşme için mücadele verecek. Bu mücadelede İslamcıların “demokrasi yanlısı” olduğu yalanına artık inanılmayacak. Laikliği kurtaran sol/laik güçlerin demokratik Tunus mücadeleleri asıl şimdi başlıyor. Tunus’un bize verdiği belki de en önemli ders Laiklik’in her koşulda korunması oldu.