Türkiye’nin uzun zamandan beri çok derin ekonomik sorunları olduğunu bu köşede okuyorsunuz.  Şimdi İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi kararı sonrasında bunlar daha da derinleşmeye başladı. Öncelikli olarak kurların yükseldiğini gördük. Bu yazının yazıldığı saatlerde dolar 6,25 seviyesine dayandı. Bu yükselişin devam edeceğini tahmin ediyorum. Zaten uzun süreden beri TL’den bir çıkış olduğunu izliyoruz. Hem yabancılar varlıklarını satarak […]

Türkiye’nin uzun zamandan beri çok derin ekonomik sorunları olduğunu bu köşede okuyorsunuz.  Şimdi İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi kararı sonrasında bunlar daha da derinleşmeye başladı.

  1. Öncelikli olarak kurların yükseldiğini gördük. Bu yazının yazıldığı saatlerde dolar 6,25 seviyesine dayandı. Bu yükselişin devam edeceğini tahmin ediyorum. Zaten uzun süreden beri TL’den bir çıkış olduğunu izliyoruz. Hem yabancılar varlıklarını satarak gidiyor hem de vatandaşlar eline geçen para ile döviz alıyor. Döviz mevduatlarının miktarı TL mevduatı geçmiştir. Artık TL’ye güven kalmamıştır. Kurların yükselmesinin maliyeti de ağır oluyor. Türkiye’nin 445 milyar dolar olan dış borcunun TL maliyeti hızla artmaktadır. Sadece devletin borcu açısından bakacak olursak, doların 25 kuruş artmış olmasının kamunun 145 milyar dolarlık borcuna getirdiği ek maliyet yaklaşık 36 milyar liradır. Bunu vatandaşlar olarak bizler ödemek zorundayız.  Özel sektörün 300 milyar dolarlık dış borcunun maliyeti de 75 milyar lira artmıştır. Hangi gelirle bu fazla maliyet ödenecektir?
  2. Faizler yükselmeye başladı. İki yıllık gösterge tahvil faizleri %26’nın üzerine gelmiştir ve artıyor. Faizlerin artışının ekonomik sonuçları çok ağır olacak. Bugün vatandaşların ve iş dünyasının bankacılık sektörüne olan borcu 2,5 trilyon liranın üzerindedir. Faizlerde yaşanan iki puanlık bir artış zaman içerisinde kredi faizlerine de yansıyacaktır. Bu artış borçluların faiz giderinin 50 milyar lira artmasına yol açacaktır ki biz kredi faizlerinin artış oranının daha yüksek olacağının düşünüyoruz. Bankacılık sisteminde şu anda ciddi bir sorun olan ödenemeyen kredilerin oranı bu faiz artışlarıyla birlikte daha da artacaktır.
  3. Merkez Bankasının 2019 yılı içinde faizleri düşürme beklentisi vardı. Unutun. Artık bankanın faizlerini ne zaman ve hangi miktarda artıracağının konuşmaya başlayın. Büyük olasılıkla banka faizlerde önemli bir artışa gidecektir diye yazarken ekranıma Merkez Bankası’nın haftalık repo ihalelerine ara verdiği mesajı düştü. Banka artık GLP’den bankalara borç verecek bu da bankanın uyguladığı faizin yüzde 24’ten yüzde 25,5’nin üzerine çıkması demektir.  
  4. Enflasyon tahminlerinizi yeniden yapın. Kurlar bu seyrini sürdürdükçe yılsonu enflasyon tahminlerini yukarıya taşıyın. Yanlış anlaşılmasın, talep kaynaklı bir enflasyondan söz etmiyoruz. Nisan ayında ÜFE yıllık yüzde 30’un üzerindeydi. Üreticiler maliyet artışlarını fiyatlara yansıtamıyorlar. Artan girdi maliyetleri ile birlikte artık TÜFE de ciddi şekilde artacaktır.
  5. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri hep bir soru işaret idi. Artık bankanın rezervlerinin yeterliliği çok daha büyük bir sorun haline gelmiştir. Mart ayı başında 35 milyar dolar olarak açıklanan net rezervler Mayıs ayı başında 25,8 milyar dolar olarak açıklandı. Artan döviz talebinden dolayı daha da eriyecektir.
  6. IMF Türkiye ekonomisinin 2019 yılı sonunda yüzde 2,5 küçüleceğini tahmin ediyor. Artık oldukça iyimser bir tahmin olduğunu söyleyebiliriz. Küçülme daha da hızlanacaktır. İşsizlik artmaya devam edecek
  7. Bütçe açıkları da hızlı artacaktır. Yavaşlayan ekonomik aktivite ile birlikte düşen vergi gelirlerine rağmen hükümetin gittikçe artan oranda para harcamaya devam etmesi bütçe açığının da hızının artmasına yol açacaktır. 

Listeyi uzatabilirim ancak yer kalmadı.

Şimdi madde madde sıraladığımız bu sorunları nasıl çözeriz denildiğinde hemen birileri çıkıp “yapısal reformlar” diyecektir.

Yetmez. Çünkü Türkiye’nin en temel sorunu mevcut yönetim modelidir. Net.

Bütün yetkilerin bir kişide toplandığı, kurumların işlevini yitirdiği, kuralların iktidar sahipleri açısından bağlayıcı olmadığı bu model ile Türkiye’nin ekonomik sorunlarını çözmesi mümkün değildir.  Bu model ve kadrolar değişmediği sürece ekonomik sorunlara kalıcı çözüm bulmak da imkânsızdır.