Türkiye’nin yenilgi anlaşması

Yandaşların bunu da kendi zaferleri gibi göstereceklerinden, hatta daha da ileri gidip bu anlaşmanın kendileri sayesinde imzalandığını söyleyeceklerinden eminim. Ama iktidarın Moskova’da Rusya, İran ve Türkiye’nin kabul ettikleri anlaşma sonucu ortaya çıkan Suriye Bildirisi’yle, Suriye politikasında geri adım attığını tüm dünyaya ilan ettiğinden ise adım gibi eminim.

AKP iktidarı, “Suriye’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün” tanınması maddesinin de bulunduğu söz konusu anlaşmayı imzalayarak, başkentine girip “Emevi camiinde namaz kılacağını” söyleyecek kadar egemenliğine saygısızlık ettiği Suriye karşısında diz çökmüştür. Yönetiminde bulunduğu Türkiye’de laiklikle başı hoş olmayan iktidar “seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını” destekleyecek oluşuyla da pek tuhaf bir duruma düşmüştür. Ancak o kadar kibirli bir tutumu var ki iktidarın, bu kibir Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun anlaşma imzalandıktan sonra bile “Suriye’de Esadlı bir gelecek göremiyoruz” demesine yol açabiliyor. Kimsenin taktığı yok tabii.

Kemalizme” (artık savunucusu kalmadığı için) kolayca kafa tutan demokrasi sevdalısı yiğit liberaller, Erdoğan’a “yanlış” yapıyorsun demeyecekler mi?

Yandaşlar nasıl yutturacaklar bilemem ama bu anlaşmayla Türkiye bütünüyle bir çözüm ortağı olarak kabul edilmiş değildir. Rusya, İran ve Suriye yönetimi tarafından yenilgiye uğratılan Türkiye bölgedeki kaosa olan katkılarının yol açtığı sorunları çözmeye çağrılmıştır sadece. Bu anlaşma onun ifadesidir. Türkiye’nin bu anlaşmada imzası olmasa bile Rusya, İran, Suriye bölgede düşündüklerini hayata geçirebilecek stratejik/taktik üstünlüktedir.

Türkiye kabulünden sonra Suriye’nin egemenliğine, toprak bütünlüğüne aykırı hiçbir faaliyette/söylemde bulunamayacak, imzaladığı anlaşmada yer alan maddelerin karşısındaki güçlerle, yani bunca zaman desteklediği cihatçı gruplarla da mücadele edecek. Vermiş olduğu sözde durursa tabii. Ortadoğu’nun karmakarışık yapısından, ittifakların her an değişebilirliğinden, dahası bölgede Türkiye’ye dönük )pek de hoş olmayan) tarihsel bakıştan haberdar olmadan “fetih” rüyası görmenin sonucudur bu.

Sonucu budur ama bedeli daha da ağır olacak. Vaktiyle, “iktidar mevcut Suriye politikasını değiştirirse Türkiye, desteklediği, önünü açtığı örgütlerin savaş alanına dönüşecek” demişliğim vardır. Yani “mevcut politikasından aman dönmesin” anlamında değil, o kadar korkunç sonuçları olacak ki ne yaparsa yapsın kaostan kurtulamayacak anlamında söylemiştim bunu. Bir ara AKP iktidarı PYD lideri Salih Müslim’i Ankara’da ağırladığında Suriye’de Türkiye’nin desteğiyle PYD ile de savaşan cihatçı örgüt Türkiye’nin Somali elçiliğine bombalı saldırı düzenlemişti. “Benim savaştığım bir gücün lideriyle neyi konuşuyorsun?” diyerek. İlk örnek buydu. Şimdi IŞİD’in den El Nusra’sına kadar cihatçı örgütlerin doğrudan hedefleri arasında Türkiye’de vardır. El Bab’ta Kürt’ü durdurmaya giden Türk askerleri IŞİD tarafından yakılmaya başladı bile.

O askerlerin vahşice yakılmasının da El Bab’ta 14 ya da daha fazla askerin öldürülmesinin de sorumlusu iktidardır. Şimdi “egemenliğini tanıdığını” son anlaşmayla tüm dünyanın gözünün önünde taahhüt ettiği Suriye’nin Türkiye tarafındaki sınırlarından binlerce cihatçı geçirdiği gün başladı bu sorumluluk. Komşu bir ülkenin içine düştüğü durumu mezhep gerekçeli fetih fırsatına dönüştüren, kendi sınırlarının da tehlikede olduğunu hesaba katmadan Suriye’nin sınırlarının değiştirilmesine yönelik emperyal çabalara destek olan İslamcı iktidar bugüne kadar olanın, bundan sonra da olacak olanın sorumlusudur.

Ama öylesine bir rahatlık var ki iktidarda, ne yaparsa yapsın doğru olduğuna inanıyor. Mavi Marmara’yı Gazze’ye sürerken de daha sonra “giderken bana mı sordunuz” derken de “doğruydu” örneğin. “Suriye’de sınırı yok, ne işi var Rusya’nın orada” derken de “Suriye’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün” tanınması maddesine Rusya’yla birlikte beraber imza atarken de “doğru”.

Bu ülkede iyi kötü var olan “demokrasi”nin eleştiren, sorgulayan insan geliştiremediği çok ortada. Ülkenin liberali de solcu gibi görüneni de “dikta” hayranı. Dincisi ile sağcısı zaten hep öyleydi. Bu tiplerin “Kemalist baskı düzeninden” yakınmalarının bir anlamı yokmuş gerçekten. Bugün olana bitene sessiz kaldıklarına, hatta destek verdiklerine göre “baskı ya da dikta”, “Kemalist baskı ya da Erdoğan’ın tek adamlığı” bunların karşı olacakları kavramlar değil.

Fethullah’la iktidar kapışmasaydı Ahmet Altan, Şahin Alpay gibi zavallılar, Erdoğan’ın tek adamlığına itiraz etmeyeceklerdi. Şimdi kodeste oluşları “biraderler kavgası”nda Fethullahçı tarafta olmalarındandır. “Vesayet rejimini” sona erdiren(!) Erdoğan sayesinde “ifade özgürlüğüne”, “yöneticileri eleştirme şansına” kavuşmuş olan liberaller, solumsular şu dış politikada pinpon topu gibi gidip gelmeler konusunda tek bir söz söylemeyecek mi iktidara? “Kemalizme” (artık savunucusu kalmadığı için) kolayca kafa tutan demokrasi sevdalısı yiğit liberaller, Erdoğan’a “yanlış” yapıyorsun demeyecekler mi?

Yoksa, tapınıcılarının totemlerini eleştirmeleri eşyanın tabiatına aykırı diyenler haklı mı?