Tuzağı kurdu, pusuda bekliyor

Erdoğan’ın Almanya dönüşü yüzde 50+1 barajıyla ilgili sözleri siyasette yeni bir tartışma başlattı. 50+1’in değişmesinin isabetli olacağını söyleyen Erdoğan, en çok oy alan adayın cumhurbaşkanı seçilmesi halinde seçimlerin hızlı şekilde yapılabileceğini ifade etti. Bununla birlikte muhalefetin kurduğu Altılı Masa’ya dokundurarak 50+1’in partileri yanlış yollara sevk ettiğini, “kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı” bir ortam yarattığını kaydetti.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki bu yeni bir tartışma değil. İki yıl önce, yine bir Kasım ayında Erdoğan ile görüşen Saadet lideri Temel Karamollaoğlu gazetecilere yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı’nın yüzde 50+1’den memnun olmadığı yönündeki görüşünü aktarmış ve böylece ilk tartışmanın fitilini ateşlemişti. Erdoğan’ın bu sözlerinin ardından ilk değerlendirme Cumhurbaşkanı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Cemil Çiçek’ten gelmiş, Çiçek “Anayasa toplantısında 50+1’in hem bugün hem de gelecekte önemli sıkıntılara sebebiyet vereceğini ve Türkiye'yi bir kaosa sürükleyeceğini söyledim, yine söylüyorum” demiş ve gözler bugün olduğu gibi o gün de Bahçeli’nin ne diyeceğine çevrilmişti. Çünkü 2 yıl önce de akla gelen ilk fikir, AKP’nin MHP’ye olan mecburiyetini bitirmek için yüzde 50+1 konusunun gündeme getirildiğiydi.

Beklendiği gibi Bahçeli’nin tepkisi sert olmuş, MHP lideri partisinin Meclis’teki grup toplantısında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin demokratik meşruiyetinin yüzde 50+1 şartı olduğunu söylemiş ve milletvekili ya da belediye başkanı seçilmediğini, cumhurun bütününü temsil edecek kişinin seçildiğini hatırlatmıştı. Bahçeli, “Yüzde 50+1 oyu eleştirenleri anlayışla karşılamamız, bunu felaket olarak yorumlayan karamsarları makul bulmamız abesle iştigaldir” ifadeleriyle yaklaşımını net şekilde ortaya koymuştu.

Cumhur İttifakı’ndaki bu krizin önemli sonuçlar doğuracağı, hatta ittifakı dağıtabileceği düşünülüyordu ama Erdoğan bir anda torbanın ağzını bağlayıvermişti. Tartışmaların başlamasından bir hafta sonra Meclis’te gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, “Bunların hepsi yalan dolan” ifadelerini kullanmış ve sanki tartışma kendisinden bağımsız başlamış gibi konuşmuştu: “Bu konularla, özellikle Anayasa değişikliğiyle ilgili karar merci parlamentodur. Parlamento bu konuda bir değişikliğe giderse parlamento değişikliğe gider, adımı da ona göre atılır.”

Erdoğan’ın başlattığı son 50+1 tartışması da yine benzer bir süreci tetikledi. Bahçeli partisinin dünkü grup toplantısında bire bir aynı ifadelerle meseleye ilişkin tavrını belli etti. “Duruşumuz değişmedi. MHP olarak dün ne demişsek bugün de aynı çizgide, aynı görüşteyiz” dedi ve bir kez daha milletvekili, belediye başkanı ya da muhtar değil, cumhurbaşkanı seçildiğini söyledi. Bahçeli bununla birlikte Cumhur İttifakı’na sadık kalmaya devam edeceklerini de ekledi, “Bu ittifakın bozulmasına kendi adımıza söylüyorum geçit vermeyeceğiz” mesajı verdi.

Şurası net, yüzde 50+1 konusu Cumhur İttifakı liderlerinin üzerinde mutabakat sağlayamadığı bir başlık. Erdoğan ile Bahçeli bu konuda farklı fikirlere sahip ve bunu açıktan dile getiriyorlar. Fakat yüzde 50+1 meselesi aynı zamanda bugüne kadar ittifak için “dondurulmuş ihtilaf” olarak tanımlanabilecek bir detay boyutunda kaldı. Hatları zorladı ama koparmadı. Bunu bir kenara yazalım.

Yüzde 50+1 konusunu gündemdeki Anayasa tartışmalarından bağımsız değerlendirmek doğru olmaz. Temel kodlarını siyasal İslamcı ideolojinin belirlediği bir düzen kuran Erdoğan, bu sistemi kalıcılaştırmak için yeni bir anayasaya ihtiyaç duyuyor. Ancak muhalefeti ve toplumun geniş kesimlerini yanına çekebilecek argümanlardan yoksun. Bu nedenle AKP kurmayları ya ülkede kendilerinin sebep olduğu her problemi yeni anayasaya bağlıyor ya da özel gündemler üreterek muhalefete anayasanın değişmesi konusunda motivasyon kazandırmaya çalışıyorlar. 2010’daki referanduma benzer bir “kazan-kazan” algısı oluşturmak, yeni YAE’ciler üretilmek isteniyor. Erdoğan’ın yüzde 50+1 başlığını yeniden gündeme getirmesi de bilhassa İYİ Parti’yi çembere almayı hedefleyen böylesi bir taktiğin ürünü. Meral Akşener’in Ağustos ayında “İttifakları bitirelim, seçimlere ayrı ayrı girelim” çağrısını yaptığı Afyon konuşması bu hamleye zemin hazırladı. İYİ Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu’nun “Sistem tartışmalarının geldiği nokta çok kıymetli” şeklindeki son sözlerine de bakılırsa Saray’ın bu girişimi karşılık üretebilecek bir potansiyel içeriyor.

Öte yandan Erdoğan bu çarkın MHP’siz dönebilmesinin, muhalefetin de blok halinde hareket etmekten uzaklaşacağı bir ortamda mümkün olabileceğini biliyor. Zira anayasal açıdan seçilme yeterliliği konuşulduğu gibi yüzde 40+1’e inse bile bu kendiliğinden ittifakların son bulması anlamına gelmeyecek. Muhalefet, yine iktidara karşı bir aday etrafında birleşebilir ve MHP’nin AKP’ye destek vermediği bir yarışta yüzde 50’ye yakın bir oranla seçimi kazanabilir. Bunun Erdoğan da farkında ve son hamlesiyle kendisinden sonra muhalefeti çözmek/dağıtmak için erken bir girişimde bulunuyor olabilir. Belki de muhalefetin 2028 seçimlerinde iktidarı kazanmak adına tek aday etrafında birleşme zorunluluğu hissetmeyeceği bir siyasal dizilim yaratmayı hedefliyor.

Amaç her ne olursa olsun muhalefetin Erdoğan’ın bu tuzağı karşısında uyanık olması önemli. İşin aslı, muhalefetin güçlü ve etkin olduğu bir düzlemde, ülkeyi bu hale getiren bir iktidarın yüzde 50+1 barajını ya da Anayasa değişikliğini konuşacak imkânı bulamıyor olması gerekirdi. Memleketteki sosyal ve ekonomik problemler tüm yakıcılığıyla yerli yerinde dururken iktidarın belirlediği plastik gündem, organik gündemleri konuşulamaz kılıyor. Bu noktada CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in dünkü konuşmasında meseleye umut verici bir noktadan yaklaştığının altını çizmek gerek. Hulusi Kentmen’in klişe repliğini dönüştürerek Erdoğan ve Bahçeli’ye “Hadi oradan keratalar, meşgul etmeyin memleketi” diye seslenen Özel, ilk büyük sınavında başlangıcı doğru yaptı.