Tel tel dökülüyorlar gerçekten. Bir fikir disiplinine sahip olmadıkları için bu doğal elbette ama Hilal Kaplan ile Merve Kavakçı adlı yandaşların “dökülmesi” kantarın topuzunun kaçması demek. Bu ikiliden hayli usta bir demagog olduğunu bildiğimiz Kaplan’ın, Donald Trump’ın yedi İslam ülkesinin vatandaşlarına ABD’ye giriş yasağı koyması karşısındaki tutumu tek kelimeyle sefilane bir tutum. “İslamcı”nın düşünce tarzını ortaya koyan iyi bir örnek olduğu da bir gerçek tabii.

Kaplan, dün Trump’ın hedefindeki Müslümanları önemsemediğini yazdı açık açık. “Benim birinci derdim ülkemdeki ve bölgemdeki Müslümanların hali” diyor yazısında. Kaplan, “Ya bombalar altında can çekişerek ya açlıkla boğuşarak ya milislerce parçalanarak öldürülen Müslümanları, ABD’deki hayatı 90 günlüğüne askıya alınan Müslümanlardan daha çok önemsiyorum ve bunun için özür dilemeyeceğim” demekle Müslümanın “zorda kalma” halinden sadece fiziki zorlukları anladığını, moral/manevi zorlukları ikinci derecede önemsediğini göstermiş oluyor.

Bu “yaklaşım” destek bulur eminim. Zulme karşı olmada, sanki koşulmuş gibi, bir öncelik sırası belirlenmesine “haklıdır” diyen bir dolu kişi çıkacaktır. Kaplan’ın demagogluğu bu noktada iyi iş yapar.

“Bombalar altında can çekişen Müslüman” ile sadece Müslüman olduğu için “ABD’ye sokulmayan Müslümanı” aynı anda savunmak, ABD’de de görüldüğü gibi, laikler, komünistler, demokratlar için elbette kolay ama bu bir yandaş için gerçek bir zorluk. Bunun üzerine Recep Tayyip Erdoğan’ın Trump’ın Müslüman düşmanlığı karşısında, kendisine ait bir iradesi olmayan Kaplan gibilerin işini zorlaştıran tepkisizliğini de ekleyin, yandaşların yerinde olmak istemezdiniz.

Yandaş olmanın bin bir zorluğu var tabii. Kaplan bunu en derin yaşayanlardan. O nedenle, “ABD’ye sokulmamak da zulüm mü, asıl zulüm şudur” diyerek Recep Bey’in tepkisizliğine uygun bir demagojiye sığınıyor. İyi de bunu yaparken yarı enternasyonal bir tutum olan “ümmetçilik”i yerele, bölgeye sıkıştırmış da oluyor.

Kaplan’a göre, “Ümmetin”, zorluk derecesine göre yanında olunması ya da olunmaması gereken bireyleri var. Anladığımız bu. ABD’li Ortadoğu kökenli Müslüman’ın doğrudan doğruya ırkçılığın hedefi olmasına sessiz kalmak, ırkçılığı “şiddet”in bir türevi olarak görmemek demek. Bu “şiddet” dışlanmak, yok sayılmak, en temel haklardan mahrum bırakılmak biçiminde gösteriyor kendisini. Beş yaşındaki İran asıllı bir Amerikalı çocuğun elinin kelepçelenmesi Kaplan’ın öncelik sıralamasında bir önem taşımıyor. Bunların en sahte tarafı “ümmet”i savunuyor görünmeleridir.

Tipik bir Amerikan İslamcısı olan Merve Kavakçı adlı yandaşın ABD sevgisinden Trump’ın da payını aldığını görmüş olduk. Akit adlı varakparedeki köşesinde bakın ne yazdı: “Dün Trump’a baktım, arı gibi çalışıyor. Gecesini gündüzüne katıyor. Dur durak yok. Obama’ya benzemeyen tarafıysa ne gördüyseniz o. Ne söylediyse o. Ne söz verdiyse o. Gördüğünüz neyse alacağınız da o. Amerikan halkının oy verdiği ne ise o. Yani Trump’ta şimdiye kadar müşahede ettiğimiz haliyle yalan yok. Ne dediyse onu yapıyor”.

İnsan hayretler içinde kalıyor gerçekten. Bu övgüleri yüzünden değil. Trump’ın “tutarlı” oluşuna övgü düzüyor hanımefendi. Kendisinde bulunmayan “tutarlı” olmak gibi bir tavrın nasıl bir duygu olduğunu biliyormuşçasına bunu övülecek bir erdem olarak görmesi hayret verici bir durum. Bunların pişkinliği, rahatlığı gerçekten mide bulandırıyor. Trump “ne demişse onu yapıyor” övgüsü bir başka zaman anımsatılsa anlamlı olabilir belki. Bir ırkçının “fikri takip”teki, bir “fikir disiplinine” sahip görünmesindeki amacının korkunçluğu takdir duygularını frenlemez mi bir insanın? “Müslümanları kovuyor ama dediğini yapıyor”u ABD’de Müslümanları savunmak için sokaklara dökülen laik, sosyalist, demokrat Amerikalılar da biliyor. “Dediğini yapmaması için” sokaklara döküldüler o yüzden.

Bir Amerikan İslamcısı olarak Kavakçı’nın Trump’ta görebildiği tek şey, hayrettir nasıl olmuşsa o da, “söz verdiklerinin hepsinin hem kendi halkına hem insanlığa çok zararlı” oluşu. Bunu yazmış. İyi bir cümle olabilirdi bu, eğer başında “Ufak bir detay var ama” vurgusunu yapmasaydı.

Hilal Kaplan, Merve Kavakçı. Ne detaylarla uğraşıyoruz yarabbi..