Üniversiteler üniversitelileşmeye engel
Oto sanayi sitesi ile mobilyacılar sitesini bir bakışta ayırt eden biri Hacıbayram Üniversitesi yazan varak tabelayı görene dek önünden geçtiği blokları konut sitesine benzetiyorsa orada bilim yapıldığı söylenemez.
Üniversitenin araştırma yapılan ve bilgi üretilen eğitim kurumu olarak tanımlanması, fiziki mekânın üniversiteleşmedeki öneminin göz ardı edilmesine yol açıyor. Oysa üniversite dediğimizde ilk aklımıza gelen bütün bir mekândır: Şehir, yapılar (derslik, laboratuar, kütüphane, spor salonları, yemekhane, yurt vb), ulaşım, bireysel ve grup çalışmasına ayrılmış sosyal ve kültürel alanlar, akademik kadro ve teknik donanım üniversite hüviyetinin ortak unsurlardır. Bilgi üretilen yer veya bilim yuvası gibi işlevselci tanımlamalar üniversitenin sosyal rolünü ve toplumsal yükümlülüklerini sınırlayan tanımlardır. Üniversitelileşmeyi sağlayan, üniversiteliyi araştırma ve bilgi üretme sürecine hazırlayan asıl unsur, sosyalleşmenin gerçekleştiği mekândır.
Üniversitelileşme ise ataerkil topluluktan, aileden ve denetimli küçük ilişkilerden kopup bağımsız kişilik geliştirmenin karşılığıdır. Üniversiteden beklenen, ilk ve ortaöğretimin bireyleştirip toplum üyeliğine hazırladığı gençlerin önündeki sınırları kaldırıp kendini gerçekleştirmesine izin vermektir. Mekân üniversiteliye özgür ve bağımsız kişilik vaat ederken eğitim teşvik edici, cesaretlendirici ve biçimlendirici role sahiptir. Üniversite bu ikisinin, mekânla eğitimin adıdır.
Mekâna gereğinden fazla anlam yüklediğimiz düşünülmemeli; çünkü öğrenci, akademik ve idari personel ancak yeni ilişkiler kurabileceği, siyasallaşabileceği, çalışıp dinlenebileceği, eğlenebileceği, kaygıdan uzak rahat ve özgür hissettiği yerde bilginin ve bilimsel faaliyetin bir parçası olabilir. Bu açıdan bakıldığında ister üniversitenin içinde ister dışında olsun üniversitelinin yaşam kalitesine etki eden beslenme, barınma, ulaşım, iletişim ve her türden sosyal faaliyetin gerçekleştiği yer mekâna dahildir.
Türkiye üniversiteleri, üniversiteli için uygun mekân mıdır? Yukarıda genel çerçevesi çizilen rol, Türkiye’deki üniversiteler için fazlasıyla ütopik kaçmaktadır: Öğrenci talebinin barınma, beslenme ve ulaşım; örgütlenme ve eylem alanının yurt, yemekhane ve otobüs durakları olması temel insani gereksinimlerin karşılanmamasının sonucudur. Toplumsal siyasete dahil olması beklenen öğrencilerin Barınamıyoruz Hareketi adıyla örgütlenmiş olması bile üniversitelerin öğrenci için uygun mekân olmadığının açık kanıtıdır. Uygun ortamı sunmayan üniversite haliyle öğrencisini üniversiteleştirip siyasal bireye dönüştüremeyecektir.
Kampus içindeki yurtlarda kalan toplamı birkaç bini geçmeyen öğrenci hariç hiçbir üniversiteye hızlı ve rahat ulaşıldığından söz edilemez. Rahatlık, okula kolay ve hızlı ulaşım, güvenlik ve temizlik artık öğrencinin barınma kriterleri arasında değil. Öğrenciler rahatlık, güvenlik ve ulaşım sunmayan ucuz konut, yurt ve pansiyonlarda ya hükümlü gibi yaşamaya çalışıyor ya da okulunu terk etmek zorunda kalıyor. Öğrencilerin büyük çoğunluğu, üniversiteli için temel eğitim materyali sayılan internete kafe ve parklar gibi açık alanlardan erişebiliyor. Beslenme ise belediye aşevlerinin otobüs duraklarında kâğıt bardakta dağıttığı çorba ile çözmeye çalıştığı onur kırıcı bir soruna dönüşmüş durumda. Bir öğrencinin üniversite yemekhanesinde kendini asarak intihar etmesi, üzerine başka bir söz eklemeyi gereksiz kılacak beslenme sorunuyla karşı karşıya olduklarını anlatmaya yeten dramatik bir örnektir.
Üniversitelerin fiziki yapısı öğrencilerin insani gereksinimlerini karşılamamak üzere tasarlanmıştır: Tabelasına bakmadan önünden geçen birinin üniversiteyi Zırhlı Birlikler Komutanlığından ayırt etmesi pek mümkün değil. Nizamiyeden içeri doğru ilerledikçe katı bir hiyerarşinin hâkim olduğunu hemen fark edersiniz. Öğrenci ve öğretim kadrosu üzerinde baskı kurmak üzere tasarlandığı gözden kaçmayan komutanlık binasını andıran rektörlük ve idari yapılar, özellikle son yılların kent üniversitelerine şekil veren İslam Mimarisi ve kişisellikten uzak belli bir topluluk zihniyetini yansıtan cami, mescit ve dinsel semboller, dersliğe girmeden öğrencideki üniversiteli olma hayalini öldürüp onu teslim olmaya zorlar niteliktedir. Ruhu olmayan fiziki mekânlar, disiplin altına aldığı öğrenciye her an ve her yerde sınırlarını hatırlatan ceberutluğun cansız simgeleridir.
Mekân, üniversitenin bilgi ve bilimle ilişkisi, dersler ve akademik durumu hakkında da bilgi verir. Oto sanayi sitesi ile mobilyacılar sitesini bir bakışta ayırt eden biri Hacıbayram Üniversitesi yazan varak tabelayı görene dek önünden geçtiği blokları konut sitesine benzetiyorsa orada bilim yapıldığı söylenemez. Öğrencinin “Bu okulda olmaktan gurur duyuyorum” diyebildiği kaç üniversite var diye sorsanız yanıtım “Hiç” olur; ODTÜ, Boğaziçi, Hacettepe ve İTÜ’yü ayırmamız için bir neden yok. Bir dönemin öğrencisini ve öğretim kadrosunu gururlandıran bu üniversitelere yakından bakıldığında termitlerin çürüttüğü ağaçlar gibi yıkılmak üzere oldukları görülür.
Mekâna yani yaşam alanına özellikle dikkat çekmemizin nedeni, eğitim ortamının niteliği ile bilimsel, sosyal ve kültürel başarı arasında paralellik olmasındandır. Bu, "Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum!” demiş birini YÖK denetleme kurulu üyeliğine atamış "Okuma oranı yükseldikçe oy oranı düşen" bir iktidar için önlem alınması gereken korelasyondur. O nedenle iktidar, kamusal alanı kamusal mekânları çökerterek dağıttığı gibi üniversiteleri de mekânıyla birlikte işlevsiz hale getirme politikası izlemektedir. Sevindirici olan öğrencilerin yemekhane, yurt ve otobüs duraklarından başlayarak mekânlarına sahip çıkmasıdır. Çünkü sonuç alan eylemleri hem onları üniversitelileştirecek hem üniversitelere hâkim olan sessizliğe ses verecektir.