Türk siyasi tarihine ve literatürüne altın harflerle kazınmıştır şu söz:

"Atı alan Üsküdar’ı geçti" diye yazılır. 

"Hile ile mile ile... Sandıktan istediğim sonucu çıkardım. Çatlayın patlayın. Oturup ağlayın. Ben işime bakarım" diye okunur. 

21’nci yılını doldurmak üzere olan bugünkü siyasi iktidarın seçim kazanma ve iş yapma biçimine dair, çok net bir tanımlama ve tabii ki aynı zamanda ileriye dönük net bir mesaj sayılır. 

Üsküdar... İstanbul vilayetimizde, bir başka "dünya incisi" Beşiktaş’ımızın tam karşısında, pencerelerinde güneşin altın pırıltılarla battığı şirin bir ilçemizdir. İsmin kökeninde, Roma döneminin zırhlı süvari birlikleri "Skutarii"den gelme "Skutarion" sözcüğü olduğu yazar tarihi kayıtlarda.

Ama siyasi tarihimiz Skutarion’u, "Aldık ve kaçtık" fiillerinin simgesi olarak anacaktır asırlar boyu. 

Özellikle de 2017 «Hileli - mühürsüz rejim değiştirme referandumu»ndan ve 2023’ün "Şaibeli kütüklerle, atanmış yandaş yargıçlarla gidilen, adaylardan birinin (kazananın) aday olma yeterliliğine bile sahip olmadığı" seçiminden sonra bu fenomen, yani "Üsküdar Fenomeni" tarihe (gün batımının şahane altın renkleri ile talihsiz bir kontrast oluşturacak biçimde) kapkara harflerle kazınmıştır. 

Seçim öncesinde hep söylediğimiz, "Bunlar yine kazanırsa, bugüne kadar yaptıkları kötülükleri bile aratacaklar" cümlesini adeta dibine kadar kanıtlamak istercesine topyekûn taarruza geçmiştir iktidar. 

Neredeyse seçim sonuçları ilan edilmeden başlayan hunharca zam yağmuru, (futbol oyunundan bir benzetme ile) başdöndürücü hızla gelişen bir "kontratak"tır. En basitinden bir örnek vermek gerekirse, 14 Mayıs öncesinde 2 ya da 4 haftada bir yapılan akaryakıt zamlarını 2 ya da 4 günde bir yaparak "Üsküdar ruhu"nu tam olarak hayata geçirmeye başladılar. 

İğneden ipliğe her bir mal ve hizmete yapılan zamların kaçınılmaz gerekçesini oluşturan bu enerji zamlarına ek olarak, her alanda «bindirmeler», reel gelirlerde yaptıkları sembolik zamların "indirme" olarak kalmasını da beraberinde getirdi. 

Hukuk alanında zaten bugüne kadar Türkiye’nin her geçen gün "küme düşmesine" neden olan akıllara ziyan uygulamalarda bile "level atlamak" anlamına gelen uygulamaların bini bir paraya tezgâhlanır oldu. Gazeteci Merdan Yanardağ’ın, üstelik daha önce kendileri ağız dolusu sarf ettikleri bir lâfı yorumladı diye içeri tıkılması, kanalının 1 hafta kapatılması, diğer TV kanallarına meteor yağmuru usulü cezaların yağdırılmaya devam etmesi, bunların en somut örnekleri arasına girdi. 

Parlamentoya helal oylarla seçilmiş bir milletvekilinin, Avukat Can Atalay’ın zindandan salıverilmemesi de, "(afedersiniz) Faşist demiştiniz bize, bakın daha neler yapacağız size" tezahüratının, iktidar tribünlerinden öteki tarafa olabildiğince yüksek sesli bir haykırışı sayılmaz mı? 

Tam bu salvoların şokunu üzerimizden atamamışken, sadece "İt, kopuk, hırsız, uğursuz, katil, tecavüzcü, kaçakçı, terörist vs. olmadığı için" infaz uygulamalarından yararlandırılmayan bir başka meslektaşımız Barış Pehlivan’a reva görülen muamele, bu "Spiritum Skutarii" (Üsküdar Ruhu)’nin hayata geçirilmesinin en somut örneklerinden biri değiyse, nedir? 

21 yıldır "laiklik karşıtı çıkışlar bunların en vazgeçilmez refleksleri" dememizi haklı çıkartmak istercesine, son seçimin neredeyse hemen ertesi günü ortaya attıkları "Kız çocuklarına ayrı okul" fişeği, "Kavuklu Ali" namıyla maruf zat-ı muhteremin "Ne Günaydın’ı kardeşim? Selamünaleyküm diyeceksiniz" tadındaki abuk fetvası, bilcümle tarikat ve cemaatin, ağızlarından salyalar saçarak ellerini "yeni dönem için ovuşturmaları" da olup bitenleri aynı ruha mal etmeyi caiz kılmıyor mu? 

Kendisini bir ilçenin, beldenin ya da kentin ve insanlarının "sahibi" zanneden yerel mülki ve seçilmiş amirlerin "Festival, konser, şölen, eğlence, fuar, kamp" yasaklaması getirirken "canımın istemediğini buranın sınırlarından içeri bile sokmam" küstahlığı ve kibri de, aynı kirli ve ayıplı «Üsküdar Ruhu»na örnek olarak pekâlâ gösterilemez mi? 

Akbelen örneğinde olduğu gibi, çevreye, doğaya, yeşile, ağaca ormana, daha bir utanmazca ve hayasızca saldırılar, bu cesareti nereden alıyor sanıyorsunuz?

Diyorlar ki:

"Atı aldık, Üsküdar’ı (yine) geçtik. Bundan sonra bu ülkeyi iyice babamızın çiftliğine dönüştürmek için, eskisinden de hızlı ve acımasız koşturacağız atımızı..." Adını da "Türkiye Yüzyılı" koşmuşlar bu yeni koşunun. 

Tabii ki bu cesareti, büyük ölçüde rakip defansın darmadağın olmuş halinden, rakip stoperlerin birbirlerinin gırtlağına sarılmış olmasından, kerameti kendinden menkul "kurtarıcıların", 5’er 10’ar kişilik sözde "kitlesel" gösterilerle Anadolu›nun orasında burasında birbirlerine «nazire» yapan çapsız şovlarından alıyorlar. 

Bütün bunları öngöremeyen, seçim öncesinde bas bas bağırmamıza rağmen bunca "yasadışı ve kuraldışı" bir seçime o koşullarda kazanamayacağını bile bile (hesap edemememiş olmaları bile feci değil mi?) girmiş "sahte umut - sahte kurtarıcıların" pusulayı tamamen şaşırmış olmaları da bu cesareti vermiyor mu, muktedire?

Velhasıl, coğrafi anlamda olmasa da mecazi anlamda "Üsküdar’dan aşağısı" fena halde karanlık bir uçurum görünümündedir.

Düşmemenin tek bir yolu vardır. 

Daha iyi ve sıkı örgütlenmek. 

Her yerde.

Her anlamda. 

Her platformda.