Vasatlığın hiyerarşisi
İnsan olumlu veya olumsuz davranışlar sergilerken hem akıl hem de duygularının etkisinde kalır. Bu davranışlarını tanımını sadece içgüdüsel tahriklere bağlantılı olarak yapmak doğru değildir. Çünkü, İnsan var olma sebepleriyle ve kendi iradesiyle yaptıklarından sorumlu tutulur. Modern dünya diye tanımladığımız sosyokültürel alan içinde yalnızlaşan insan, teknolojinin baskısı ile kendi özünden uzaklaşmaktadır. Her insan gibi sağladığı konfor alanını kaybetme korkusunun etkisiyle düşünme eyleminden uzaklaşarak, farkında olmasalar bile birbirlerinin aynı hale gelmektedirler. Bu insanlara kütle insanı diyebiliriz.
Kütle insanı, hayatında nefes almanın dışında herhangi bir gayesi olmayan ve kendini akıntıya kaptırmış insandır. Kendi varoluşunu ve realitesini kaybederken, benliğinin de kaybolduğunun farkında değildir. Bu ciddi problemdir. Bu problemin temel kaynağı, bireylerin iradelerini tahakküm altına alan ve daha üstün gördükleri devlete-egemen yapıya, yani kendilerine göre güce-kendi rızaları ile kendi hak ve sorumluluklarını devretmesiyle oluşmaktadır. Haliyle, ortaya çıkan ‘biat’ kültürünün yönetim süreçlerine olan etkisi, krizler ve başarısızlıklarla sonuçlanmaktadır. Bunun temel dayanağı ise, liyakat ölçütleri içerisindeki benimsenmiş olan kriterlerin veya ölçütlerin kaybedilmesi ve uygulanmamasıdır.
İşte bu durum hakkaniyeti ve adaleti sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Çünkü, liyakat kavramının adalet ile olan ilişkisi ‘hak’ kavramı ile somutlaşmaktadır. Her şeyden önce ‘hak’ kavramı, toplumsal yaşam içerisinde toplumsal barışı sağlayan, doğru ilişkileri belirleyen ve olması gerekeni ortaya koyan ahlaki bir kavramdır. Eğer ‘ahlak’ kaybolursa ‘hak’ ve adaletten söz etmek mümkün olmaz. Yaşadığımız süreç içerisindeki olaylara baktığımızda ortaya çıkan gerçek, hukukun ihlal edilmesi neticesinde toplumsal düzenin bozulmasına neden olabilecek tehlikeler çok net olarak görünmektedir. Çünkü, artık neredeyse yasa tanımazlığı hayatın her safhasında birebir yaşamaya maruz kalacak duruma geldik. Siyasi baskının otorite olarak kurumları-AYM ve TBMM gibi- işlevsizleştirmesi nedeniyle, hukuksuzluğun yönetsel başarıya-başarısızlığa olan etkileri-hemen hemen her alanda kendini belli etmektedir.
∗∗∗
Otoriter yapının oluşturduğu baskı; bir hiyerarşi yapı çerçevesinde yukarıdan aşağıya doğru zincirleme olarak etki alanına sahiptir. Ve her kurum bu yapının birer kesitini oluşturan modüle dönüşmektedir. Kesitler ise bütünün tüm özelliklerini taşıdığı için, aynı hiyerarşik kurgu o kesitin-modülün içinde aynı özellikleri göstererek bir mekanizma oluşturmaktadır. İşte bu mekanizmalar liyakatsizlik üzerine kurgulandığı işletme modeli, ‘sadakat’ ve ‘biat’ temel göstergesine göre de insanı istihdam etmektedir. Bu sürecin en büyük tehlikesi; vasatlığı ortaya çıkarması değil, aksine vasatlığı kurumsallaştırmasıdır. Kamu özel fark etmeksizin, tüm kurumlarda olduğu gibi spor-futbol alanında da bu işleyiş içerisinde çok kuvvetli bir şekilde kendine bir işletme modeli oluşturmuştur.
∗∗∗
Tüm bu model içerisinde motivasyonu üst seviyede tutan ana beklenti ise ‘rant’ olmuştur. Vasatlığın beklenti karşılığı sadece budur. Bu çürümüşlüğün içinde, eğer insanlar motive edilecekse bunun muhakkak suretle ahlaki erozyona motife edilecek bir ‘bonus’u olmak zorundadır. Bu beklentilere cevap verecek iki temel ‘rant’ kurgusu-benim alanım olduğu için-futbol oyunu içerisinde mevcuttur. Birincisi; kulüplerin içindeki kaynakların-menajerler ve varlıklarının ihaleler vasıtasıyla ticaret şeklinde dışarıya servet transferi şeklinde aktarılmasıdır. Futbol adeta menajerlik oyununa ve yap-işlet-devretme modeline çevrilmiş durumda… İkincisi; bahis oyunlarındaki gibi kişilerin kendi oluşturdukları kaynağın servet transferi şeklinde şike ve manipülasyon yapılarak belirli bir mutlu azınlığa aktarılmasıdır. Araçlaştırlmış futbol, illegal bir kazanç kapısı oldurulmuş durumdadır.
∗∗∗
Bu oluşturulan ‘rant’ ancak liyakatsiz ve ‘ahlak’ kurgusunun bertaraf edecek kişilerin ellerinin altında bir kaynağın dışarıya aktarılmasıyla oluşturulur. Sistem bunu zorunlu kılmaktadır. Özellikle futbol içerisindeki üretim mekanizması-birebir Türkiye prototipi- tamamen bertaraf edilerek, adeta dışa ve borçlandırılarak siyasi erke bağımlı hale getirilen kulüplerin, sadece ve sadece transfer yapmaktan başka-para harcama zorunluluğundan-çareleri yokmuş gibi bir algı oluşturulması ve taraftarında bu beklenti içinde kulübe baskı yaptırılacak seviyeye getirilmesi, sürecin ve modelin sağlıklı-sağlıksız işlemesinin temel dayanaklarını oluşturmaktadır. İşte bu sayede 4 büyüklerin borç stokları 30 milyar TL’ye ulaşmıştır.
Ve tüm takımların yönetim kurullarını seçecek olan genel kurulların iç işleyişi bu kurguyu dizayn edecek iradeyi seğrilmeye mecbur bir kurgu içerisinde çalışmak zorunda kalmaktadır. Çünkü, ‘rant’ histerisi-ülkeyi veya kurumu bertaraf etme tehlikesine rağmen-her kesimi ve herkesi adeta bir bağımlı gibi uyuşturarak tahakküm altına almaktadır. Futbola en büyük ihaneti bu genel kurullar yapmaktadır. Defterdar Mehmet Paşa’nın yıllar önce söylemiş olduğu “emanetleri ehline veriniz” düsturu, o zamanda bugünü görmek üzere yapılmış beyan olduğu gibi, aksi halde-emanetlerin ehline verilmemesinin vatana, millete zarar vereceğini ve birçok bozukluğa neden olacağını anlatmaya çalışmıştır. Vasatlık önce ahlakı yok eder, sonra da toplumu bertaraf eder ama, mutlu bir azınlığı da ihya eder.