Tarihin, mekânın ve hikâyelerin kesiştiği yerlerdeki vedaların anlamı bir başka oluyor. Geçen salı günü Juan’a, daha önce ölümünün ardından bu köşede “Ustam benim” diye anlattığım Juan Fernandez Elorriaga’ya vedamız da işte öyle bir yerde oldu. Oğulları, gelini, torunları ve birkaç yakın dostu ile birlikte onun küllerini de eşi, Olga’nın ve Luis Dayı’nın da olduğu aile mezarına bıraktık. Francisco de Goya’nın doğduğu köy Fuendetodos’a, İspanya İç Savaşı’nın en kanlı çatışmalarından birinin yaşandığı Belchite’ye 10-15 km mesafedeki Azuara köyünde…

Rade, Aragon’da Uluslarası Tugaylar’da savaşırken.

***

Goya’nın ve Rade’nin soluduğu havayı soluyarak ve Juan’nın Luis Dayı ile kavgalarını anıp, şimdi bu mezarda da kavga ederler mi diye sorarak... Burası Juan’nın kaderinin ve hayat çizgisinin de çizildiği yer. Rade Uluslararası Tugaylar’da savaşmak için İspanya’ya gelmeseydi, esir tutulup çalıştırıldığı Franco’nun toplama kampında kasabanın güzel kızı Pilar’la bir iç savaşın ataşi içinde aşk yaşayıp evlenmeseydi, çocukları Olga olmasaydı, Olga’nın yolu buradan kilometrelerce uzakta Juan’la kesişmeseydi, şimdi bu mezar başında Juan’a veda etmek için toplanmış olmayacaktık.

Önce benim de ilk kez burada, küllerinin olduğu mezarın başında tanıdığım Luis Dayı’dan söz edeyim. Olga’nın dayısı. Kız kardeşi Pilar, Rade gibi biriyle evlendiği için hep gurur duyan katıksız bir komünist. O kadar komünist ki, birinin adının komünist olması onu gözü kapalı savunması için yetiyor! Doğumundan ölümüne kadar köyünün dışına hiç çıkmamış. Kulakları duymuyor, sağır. Ama okuyor, hem de ne okuma! Dünyayı yakından takip ediyor. Juan Yugoslavya’dan ülkenin parçalanmasının baş sorumlularından Milosevic’i eleştiren yazılar yazdıkça küplere biniyor. Her karşılaştıklarında “Batılılara satılmışsın” diye kavgaya tutuşuyor Juan’la. Şimdi küllerini yan yana koyduğumuz mezarda ne yapacakları gerçekten merak konusu.

Luis Dayı kız kardeşi Pilar’ın evlendiği Rade ile hep gurur duymuş. Öyle ya, eniştesi 1937 Ağustos’unda Cumhuriyetçiler safında savaşmak için İspanya’ya gelmiş, 11 Nisan 1938’de Aragon’da savaşırken esir düşmüş, 1943’e kadar Belchite’deki toplama kampında her türlü ezaya, cefaya katlanmış, esareti sona erince evlendiği Pilar’ı da bırakıp Nazilere karşı savaşmak için Yugoslavya’ya dönmüş bir partizan. Orada ölümcül bir yara alıp uzun süre hastanede yatmış, sonra Tito’nun en yakınındakilerden biri, onun tercümanı olmuş. Orada da iktidar nimetlerinden yana değil anarşist fikirlerinden yana tavır alıp Tito ile de arasına mesafe koymuş. Böyle bir damattan iyisi olabilir miydi Luis Dayı için? Ancak Juan ortaya çıkıp da kuzeni ile evlenmeye aday olunca, epey bir kuşkulanmış. Onu sınavlara tabi tutmuş. Başlangıçta sınavları geçen Juan, Miloşeviç’i eleştiren şeyler yazınca Luis Dayı şimdi küçücük bir mezar odasında iki kavanozda sonsuza kadar birlikte kalacağı Juan’ı çizmiş! 

55 kadar ülkeden 35 bin gönüllünün Uluslararası Tugaylar’da faşist İtalya ve Nazi Almanya’sının desteklediği Franco`ya karşı savaşmak için gittiği İspanya İç Savaşı’nda (1936-1939) 1800 de Yugoslav savaşçı varmış. Albert Camus’nun, “Benim neslim, İspanya’da, birinin hâklı olduğu halde yenilebileceğini, kaba kuvvetin ruhu yenebileceğini ve cesaretin her zaman ödüllendirilmediğini öğrendi” dediği savaşta… O savaştan memleketlerine sağ dönen Yugoslavlar ise zaferi yaşama şansına da sahip oldu. Yugoslavya dağılana kadar “Ak Saçlı İspanyollar” olarak hep onurlandırıldılar ve önemli pozisyonlara geldiler. “İspanyol savaşçılar” sosyalist Yugoslavya’nın yönetici “elit”i içinde yer aldılar. Yugoslav ordusunun en üst düzey dört generali onlardandı. 

Bir "savaş anıtı" olarak Belchite, harabe haliyle olduğu gibi duruyor. (Fotoğraf: Toprak Tılıç)

İspanya İç Savaşı’nın en kanlı çatışmalarından birinin yaşandığı Belchite, Aragon bölgesinde Zaragoza’ya 50 km mesafede, Francocuların kontrolünde küçük bir kasabaydı. Cumhuriyetçiler Zaragoza yolundaki bu stratejik kasabayı ele geçirmek için 24 Ağustos 1937’de karadan ve havadan büyük bir saldırı başlattı. 6 Eylül’e kadar kasabanın neredeyse her evi için yaşanan çatışmalarda, aralarında Yugoslav savaşçıların da olduğu 5 binden fazla insan öldü. Cumhuriyetçiler sonunda ele geçirdiklerinde bütün kasaba yerle birdi. Cumhuriyetçiler Belchite’yi ele geçirseler de Zaragoza’yı alamadılar ve planlanan taarruz asıl hedeflerine ulaşamadı. İç savaş Franco’nun galibiyeti ile bitince, Franco “Kızılların yaptıkları”nın hep hatırlanması için kasabayı harabe haliyle bıraktırdı ve hemen yanı başında yeni bir Belchite inşa ettirdi. İnşaatta; esir Rade, Uluslararası Tugay üyeleri çalıştırıldı. Bir faşist toplama kampından beklenen dayak, açlık ve akla gelen her türlü kötü muameleyi gördüler. Kasabanın Cumhuriyetçi sempatizanı halkından gizliden gizliye yiyecek giyecek verenler olmasa kimileri kamptan sağ da çıkamazdı. Esirlere yardım eden kasabalı “güzel Pilar”la, yıllar sonra 90’ların başında Belgrad’da tanıdığım Rade arasında da bir aşk filizlenmişti. Franco 1943’te dış baskıyla Uluslararası Tugaylar’a mensup esirleri serbest bırakmaya başlayınca evlendiler. Ancak, Rade’nin ülkesi Yugoslavya’da Nazi işgali vardı ve Rade kızı Olga’nın doğumunu görmeden Partizanlara katılmak için Yugoslavya’ya döndü. Rade’in hikâyesi bir roman olur ve umarım torunu Marco yazar.

Ben Olga’yı Yugoslavya iç savaşı sırasında Belgrad’daki evlerinde kalırken Juan’ın eşi olarak tanımıştım. Şimdi 40’larında olan oğulları Marco ve Jon’u da o zaman 9-10 yaşlarındayken.

***

Juan’la iki gazeteci olarak 90’ların bazı savaşlarına tanıklık ettik. Arnavutluk’ta iç karışıklıkları izlerken dayak yedik. Yugoslavya’da beraberdik. Afganistan ve Irak’tan haberlerimi ona geçtim. İşim savaşı haberleştirmekti ama Belgrad’da geceleri Olga’yla barış gösterilerine katılırdım. Bir gece kapının çalınıp da 19’undaki büyük oğlu Rade’nin askere alınabileceği düşüncesiyle aklı çıkardı. 

Juan her zaman “taraflarından birinin değil savaşın kendisinin kötü olduğunu” vurgulayan bir gazeteciydi. Goya’nın, “Savaşın Felaketleri” isimli, 1810-1815 arası çizdiği, 82 gravürlük dizisi bir anlamda benzer bir anlayışın ilk savaş gazeteciliği veya ilk savaş fotoğrafçılığı örneği sayılır. 

Belchite bugün de savaşın tüm dehşetini gözler önüne seren bir enkaz yığını olarak öylece duruyor. Belediye’den aldığı izinle bu savaş anıtının önünde dikilip isteyenle fotoğraf çektiren, savaşa dair hikâyeler anlatan issiz Jesus Larraz, bir gün anarşist, bir gün komünist milis, bir gün de Francocu asker üniforması ile bir tür “kara turizm” unsuru rolüyle alana “renk” katarak üç beş avro kazanıyor.

***

Juan’ın kuzeni Alfredo ile birlikte Belchite’nin yıkıntılarına bakarken Kısa Bacak’a lanet okuyor! Kısa Bacak dediği Franco, “Madrid’de bir balkonda konuşurken, ayaklarının altına sehpa koyarlardı, boyu uzun görünsün diye. Kahrolasıcılar bir türlü bitmediler. Yaptıklarından utanmıyorlar ve hâlâ ortalıktılar.”

Juan’nın küllerini bıraktığımız mezarlık en kanlı savaşlardan birinin yaşandığı Belchite’ye ve savaşın ne kadar korkunç bir şey olduğunun resimlerini yapan Goya’nın doğduğu Fuentedotos köyüne 10-15 km mesafedeki küçük Azuara köyünde… Rade’nin ayak izlerinin olduğu topraklarda… Savaşın taraflarından birinin değil, asıl kendisinin kötü olduğuna inanmış meslekteki tek ustama, en yakın dostlarımdan birine veda etmek için buradan daha uygun bir yer de olamazdı.

Jesus Larraz, iyi bir tesadüf olarak Juan’a veda ettiğimiz
gün anarşist rolünde. (Fotoğraf: Toprak Tılıç)