6 Şubat Depremleri’nin ardından 9 ay geçti. Türkiye, deprem gündemini bir sonraki depreme kadar geride bıraktı. Sonraki depremin Marmara’da yaşancağı, etkisinin 6 Şubat’tan büyük olacağı bilim insanlarınca söyleniyor. Fakat, Türkiye’nin kısa vadeli endişe verici sorunlarını bir kenara bırakıp, deprem gibi uzun vadeli sorunları düşünecek fırsatı yok.

Türkiye Yargıtay’ın AYM’yi tanımaması üzerine patlak veren “Anayasal Krizi” konuşuyor. Meseleye ekonomik çerçeveden yaklaşan kimi kesimler, hukukun tasfiye edilmesinin bir sonucu olarak yabancı sermayenin yurda gelmeyeceğini söylüyorlar. Bu iddia manipülatif olsa da haklılık payı var. Hukukun tasfiye edilmesi halinde, yurtdışından gelen paranın biçimi ve getiri talebi değişiyor ama para istenirse yine de geliyor. Fark şu; sıcak para daha fazla faiz talep ediyor, doğrudan yatırımlar da uzun vadeli değil, inşaat, madencilik gibi vur-kaç yapmak için geliyor. Hem cari açık veren, hem de hukuku tasfiye eden bir ülke suç ekonomisini büyütüyor, o ülkenin sermayedarları da mafya kılıklı erkeklerden oluşuyor. Üstelik, hukukun tasfiyesi yeni değil, son 5 yıldır, süreç sertleşerek ilerledi ve bugüne gelindi.

ŞEHİR HASTANELERİNE 27,5 MİLYON AVRO

Bu durumun geniş halk kesimleri üzerindeki ekonomik etkisi Hazine üzerinden yaşanıyor. Zira, kamu harcamalarının keyfi hale gelmesi, Hazine Nakit Dengesi’ni doğrudan etkiliyor. “Küçük” bir örnek Şehir Hastaneleri’ne ilişkin… Önceki gün Plan Bütçe Komisyonu’nda Sağlık Bakanlığı bütçesi konuşulurken, Bakan Fahrettin Koca, Şehir Hastaneleri için bu zamana dek ödenen kira bedelinin 27,5 milyar avro olduğunu açıkladı. Bugünkü kur ile TL karşılığı 838 milyar TL. Bu paranın alternatif maliyeti, 400 yataklı 630 adet hastane ya da 21 bin adet 12 derslikli okul. Ama iktidar, her ile 8 hastane yapılabilecek parayla bir elin parmaklarını geçmeyecek müteahhite 20 hastane için Hazine’den kira ödemesi yapmayı tercih etti.

FAİZE REKOR PAY

Fahrettin Koca’nın bu veriyi açıklamasından 2 gün önce, 7 Kasım 2023’te, Hazine ve Maliye Bakanlığı, 11 milyar TL’lik bir iç borçlanma ihalesi açtı. Borcun ortalama yıllık faizi yüzde 42,18. Bu faiz oranı, AKP’li yıllar boyunca, devletin borçlanırken ödemeyi taahhüt ettiği en yüksek faiz. İhalenin sonunda 10 milyar 987 milyon TL’lik borç toplandı. Bu borç, 1 sene sonra 15 milyar 621 milyon TL olacak. Sadece bu borcun faizi için 1 yıl içinde 5 milyar TL faiz tahakkuk edecek. Peki Merkezi Yönetimin toplam borcu ne kadar? Eylül sonu itibariyle 6 trilyon 69 milyar 597 milyon TL. Düşük faiz döneminde kimse Hazine’ye TL cinsinden borç vermediği için borcun yüzde 64’ü yani 3,9 trilyon liraya karşılık gelen kısmı döviz cinsinden. Borç portföyünüzün yüzde 64’ü döviz cinsinden olunca, kurun artması halinde bu borçların TL karşılıkları da artıyor. Böylece kamunun borçları içinde döviz cinsinden borçların payı büyüyor. Bugün yüzde 64 olan döviz cinsinden borçların oranı 5 yıl önce, Eylül 2018’de yüzde 48, 10 yıl önce Eylül 2013’te yüzde 29’du. Erdoğan’ın düşük faiz istemesi sonucu, TL cinsinden borçların yarısı ya değişken faizli ya da TÜFE’ye endeksli. Çünkü kimse enflasyonist ortamda sabit faizli borçlanma ihalelerine girmiyordu. Sonuç, enflasyon artıkça TL cinsinden borçlar şişiyor. Bugün 6 trilyon lira olan kamu borcu, geçen yılın aynı döneminde 3,6 trilyon liraydı.

Kamu harcamaları hukuki denetimini kaybedince, harcamalar politikleşmiş sermaye kesimlerine gelir transferine dönüşüyor. Sonuç; Hazine bu yükü daha fazla kaldıramıyor. 2024 yılında kamu borçlarının anaparasından daha fazla faiz ödenecek.

Bu zamana dek, kamudaki borç yükünü, geniş halk kesimleri doğrudan hissetmiyordu. Fakat son zamanlarda yaşanan 2 olay, kamuda artık musluktan su akmadığını gösteriyor.

İlk örnek, emekliye 5 bin TL’lik ödemenin 29 Ekim’de yapılamaması oldu. Hazine 7 Kasım’da 11 milyar TL borçlandı ve 5 bin TL’lik ödemeler 11, 12, 13 Kasım’da ödenmeye başladı.

DEPREMZEDEYE EŞYA YARDIMI YOK

İkinci örnek ise çok daha trajik. 6 Şubat Depremleri’nin ardından, ağır hasarlı binalara girilmesi yasaklanmış, eşyalarını evlerinden alamayan insanlara da 100 bin TL’ye kadar eşya yardımı yapılacağı söylenmişti. Fakat iktidar, bu sözünü tutmuyor ya da tutamıyor. Zira evlerine girmesi yasaklanan insanlar, eşya yardımı başvurusu yapmalarına rağmen ödemelerini alamıyorlar.
Depremzedelere önce AFAD’a başvurmaları söylendi. Başvurular yapılmasına rağmen aylarca ses seda çıkmadı. Ardından ikametgahta bulunan Defterdarlıkların eşya yardımı yapacağı söylendi. Depremzedeler Defterdarlıkların yolunu tuttu ama oradan da aylarca sonuç çıkmadı.

Sorunlarını CİMER’e yazan depremzedeler, 8 Kasım’da aldıkları cevap karşısında şaşkına döndüler. Zira CİMER, “Konutları deprem afeti nedeniyle yıkık, acil yıkılacak, ağır hasarlı, orta hasarlı ve az hasarlı olarak tespit edilen afetzede başına, 10.000 TL ve 15.000 TL kira ve vefat destek ödemesi yapılmaktadır.” diyor ama depremin ilk günlerinde insanlar evlerine girmesin diye söylenen “Eşya yardımından” bahsetmiyor. Devlet, depremzedeye verdiği sözü böylece unutuyor. Böyle bir felaketin ardından, malını mülkünü kaybeden afetzedelere 10.000 TL ödeyip, yoluna bakıyor.

Hukuk olmazsa, yabancı sermaye gelir mi, gelmez mi? Bu soru günümüz Türkiyesi’nde anlamsızlaştı. Hazine kaynakları yarın yokmuş gibi tüketilmeye devam edilirse, depremzedeye eşya yardımı yerine Şehir Hastanelerinin birkaç müteahhidine 27,5 milyar avro ödemek tercih edilirse, “yabancı sermaye gelse ne, gelmese ne” diye sormak daha anlamlı. Bu şartlarda gelecek yabancı sermaye de varsın gelmesin.