Bir yıl önce Talim ve Terbiye Kurulu üyeliğine atanan Abdulkadir Yılmaz’ın özel yayınevlerine ders kitabı yazan

Bir yıl önce Talim ve Terbiye Kurulu üyeliğine atanan Abdulkadir Yılmaz’ın özel yayınevlerine ders kitabı yazan bir kişi olduğunu belirttiğim yazıma, bu yayınevlerinden biri olan Tutku Yayınevi’nden “tekzip” geldi. Tekzip, bildiğiniz gibi bir bilginin yalanlanmasıdır. “Söylediğin gibi değil” demektir. Oysa orijinalini gördüğünüz tekzip metni, iddiamızı yalanlamak bir yana taraflardan birinin noter onaylı ikrarını gösteriyor.
10 Mayıs tarihli yazımda adı geçen kişinin, ders kitabı yazdığı ‘özel yayınevlerinin elemanı olduğu’ gibi bir ifade kullanmıştım. Yayınevi, gönderdiği tekzip yazısında Abdulkadir Yılmaz’ın kendileri için ders kitabı yazdığını kabul ediyor fakat elemanımız değil diyor. Anladığım kadarıyla yayınevi, sigortalı çalışanları olmadığından hareketle “eleman”ları olmadığını, bundan dolayı kendileri adına çalışmış sayılamayacağını söylemek istiyor.
Abdulkadir Yılmaz, ders kitabı yazmak için Tutku Yayınevi ile bir sözleşme yapmıştır. Sözleşmede iş bitiminde alacağı/aldığı ücret de belirtilmiştir. Yani aralarında sözleşmeye tabi çalışan çalıştıran bir iş ilişkisi vardır.
Kuşku duymadığımız haberimiz bu tekziple resmen doğrulanmıştır. Milli Eğitim Bakanı’na düşen görev, noter onaylı bu bilgiye dayanarak Abdulkadır Yılmaz’ı görevden almaktır. Aksi halde Bakan Nimet Çubukçu da zan altında kalacaktır.

***

31 Mayıs 1971’i anma ve bir yanlış algıyı düzeltme

39 yıl önce bu gün; yani 31 Mayıs 1971’de, güneş batmadan biraz önce Gölbaşı (Adıyaman) Jandarma Bölük Komutanlığının bahçesine, dikenli tel örgünün izin verdiği kadar yaklaşıp yan yana toprak zemine bırakılmış üç genç bedeni sessizce izledim.  Cesetlerden birinin üzeri örtülmüştü, diğerlerinin sürüklenmeyle hırpalanmış parkaları üzerlerindeydi. Giysilerin rengini gizleyen henüz donmamış kan fark edilmese, sanki yorgunluktan bitkin düşüp uyuyakalmış oldukları sanılabilirdi.  Fakat değildi, muharebeden yeni dönmüş silahlı askerlerin telaşlı koşuşturması, o yaşta, hiç unutulmayacak bir katliamın tanığı olduğumu anlatmaya yetiyordu. Bir süre olduğum yerde dikili kaldım. Sanırım bu, okulda öğrendiğim saygı duruşunun ilk ve gerçek uygulamasıydı.
Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan’ın vahşice öldürülmeleri, yüreğimize saplanmış bir hançer gibi bize hâlâ acı verir. Büyük bir onurla memleketim dediğim yerden pis bir ağa bozuntusunun katliamla biten ihbarı beni ayrıca acıtır.
Üzüldüğüm bir başka şey de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan başta olmak üzere onlarca genci büyük bir konukseverlikle bağrına basmış Nurhak dağının, çatışmanın yaşandığı yer olarak sanılıp sanki lanetli bir yermiş gibi anılmasıdır. Sinanların vurulmasının ardından yakılan ağıtlarda, söylenen türkülerde, yazılan hikâyelerde Nurhak hep yerilen bir yer oldu. Nurhak sana güneş doğmaz / uçan kuşlar yuva kurmaz / dökülen kan yer de kalmaz / soracağız hesabını...
Oysa Sinan ve arkadaşları, Gölbaşı’nın yedi kilometre batısında, Nurhak’ın dışında bir yerde, yani Nurhak’tan ayrıldıktan sonra vuruldular. Nurhak, Teslim Töre’nin kendisine teslim ettiği hiçbir devrimciye ihanet etmedi. Kimseyi ele vermedi; aç, açık bırakmadı. İlk gençlik hafızam belki beni yanıltmış olabilir diye geçenlerde Teslim Töre’ye “Ağabey, Nurhak, dağıyla, köyleriyle size ihanet etti mi?” diye sordum. İsviçre Alpleri’nden konuştuğum Töre’nin sesi, Nurhak’tan geliyormuş gibi dinç ve yiğitti; Nurhak’ın kendi önerisiyle karargâh olarak belirlendiğini ve bölge halkının kendilerine büyük bir içtenlikle sahip çıktığını, bölgede kaldıkları süre içinde hiçbir şekilde kayıp verilmediğini söyledi.
Bir anma yazısında Nurhak’a ilişkin bu yanlış anlamayı da düzeltmek istedim..

***

Ufuk Uras’ın açıklaması

‘Memurlara siyaset yasak’ başlıklı geçen haftaki yazım üzerine İstanbul Milletvekili Sayın Ufuk Uras’tan bir mesaj aldım. Yazıda, Mecliste grubu bulunan partilerin seçim beyannamelerinde memurlara siyaseti yasaklayan yasa hükümlerini kaldırmaya yönelik taahhütte bulunmamalarını eleştirirken Sayın Ufuk Uras’ın da beklentinin aksine bu konuyu gündeme getirme konusunda yeterli performansı gösteremediğini anlatmaya çalışmıştım.
Sayın Uras, Meclis çalışmasını özetlediği uzun mektubunda, konuyu Meclis kürsüsünden dile getirdiğini, Anayasa değişikliği için Grubu (BDP) dışındaki partilerden destek bulamadığını belirtiyor (Bu durumda, memurlara siyaset yasağına seçim beyannamesinde yer vermemiş olması BDP’nin çelişkisi olmalı).
Söz konusu yazımda CHP, AKP ve BDP’nin tutumsuzluğunu belirtirken Ufuk Uras’a ayrıca atıfta bulunmam, kendisine bir grup misyonu yüklemem kuşkusuz onun Meclis’te üstlenmesini beklediğim role verdiğim önemdendir: Amacım, eleştiriye açık kimi tutumlarından yola çıkarak sol harekete katkısını küçümsemek, içinden çıktığı kitlenin sorunlarına duyarsız davrandığını ima etmek değildi. Sayın Uras’ın mesajından da böyle bir algı içinde olduğu izlenimi edinmedim. Fakat kimi okurların yanlış anlayabileceğini düşünerek böyle bir açıklama yapmak gerekliydi.