DERSİMİZ Baba
KONUMUZ Kızlar ve oğullar

“Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir” Ece Ayhan’a göre. Aykırı şair, İkinci Yeni’nin Papazı, şiir dizgesini tersine çevirdi gibi ezberlerin onu mutlu ettiğini düşünenler yanılıyor, çünkü o “Belki de ben ters olanı çevirip ayakları üzerine getirmişimdir” diyordu, Eceabat şiveli “öyle ya” vurgusuyla da kendi kendini destekleyip, “niye kimse böyle düşünmüyor canım, ha ne dersin?” sorusuyla da bitiriyordu. Sevenleri azalmadı da; tanıyanları, dostları azaldı; bize de her vesileyle onu ve yerleri doldurulmaz dost şair ve yazarları giderek sıklaşan aralıklarla anmak kaldı!

Ece Ayhan şiirini 55 yıldır bilen, onunla 20 yaşında tanışmış ve 25 yılı aşkın süre yakın dostluk etmiş, iyi bir okuru olan ve üzerine pek çok yazı yazıp çeşitli yerlerde onu ve şiirini anlatan ben, “bile” demeyeyim kibir sayılır, yukardaki dizeyi her zaman “Babalar babalıktan sessizce çekilmesini bilmelidir” diye düşünmüşümdür, onca okuduğum halde! Üstelik onu okumayanların dahi bildiği çooook ünlü ve Ece Ayhan’ın “gayriresmi” rengini de içinde taşıyan “Mor Külhani” şiirinin bir dizesiyken! 

...Böyle bazen dersi uzatırız, bazen hoca uzatır, bazen arkadaşlarına gıcıklık olsun diye hocayı soru yağmuruna tutan bir öğrenci, bazen konunun kendisi. Sevinçten uzatırız kimi şeyleri de en zoru kedere gelmemek için yolu uzatmaktır, kedere giden yol kısacıktır oysa, şurasıdır hemen, bir göz kapayıp açasıya varmışızdır adı hüzün, acı, üzüntü, yalnızlık, keder, ölüm denen o durağa.

Baba Dersi de o derslerden işte. Kedere giden ince yolu dolana dolana gitmek. Tam da Haziran’da, ölmek zor denen ayda! Haziranda Ölmek Zor diyen Hasan Hüseyin’in de gittiği ayda. Zor olduğundan yazmamıştı o şiiri, Haziran gibi güzel ay mı var, yazla bahar buluşur, açık deniz gibi açık bir yaz belirir ufukta, yaz alabildiğine göz alabildiğine, Haziran şehrine varınca Haziran kapısına durunca, ölümsüzlük iksirini içmiş gibi mutlanır insan, hiç bitmeyecek gibidir artık Haziran da yaşam da, günler de, Haziran bırakılıp gidilir mi ey, demek istiyordu şair burada.

Ece Ayhan oğullar derken babaları mı kastediyor diye düşünürken, madem Hazirandır, elimiz de gönlümüz de Edip Cansever’e gider, “Söz Haziranındır” der ve ekler “Sevgilim, canım mendilim / mendilim kiraz dolu / anlatamıyorum galiba / hüzün değil yaz mutluluğu”.
Haziran toplar bizi. Dirime ve ölüme toplar, kalanları ve gidenleri toplar, Haziran Gemisi gibi uzağa götürür, bak şimdi bir mülteci gemisi battı diyorlar, kalbimizin açıklarında batmıştır o gemi, gözlerimizin kapalısında, sözlerimizin uzağında ve şarkılarımızın dışında batmıştır, gözümüze batmamak için sessizce batmıştır, kim bilir belki iki damla kara yaş akar diye deniz fenerlerinden, şehrayinden, şenliklerimizden uzakta batmıştır, batmaktadır, batıyor, batı, bat!

Ece Ayhan’ın sessizce çekilmesini bilen oğullarından tanıdıklarım oldu, aynı anda iki şeyden birden çekildiler, oğulluktan çekilirken babalıktan da çekildiler, yaşlanmaktan da, Che gibi çekildiler diyelim, hep genç hatırlanma isteğiyle, üstelik de ayların en gencinde, en ışıklısı, güneşlisi, söylenişinden yaşayışına bir haz mevsimi olarak yaz mevsimin başlangıcında çekildiler ki eski bir şiiri doğrulamak zorunda bıraktılar bizi: “Hazirandır, yalnızlık gibi aşkın ortasındadır” dizesinin içine ölüm de girdi artık.

Gezi’mizi kana çevirip yedi oğlumuzu aldılar Haziran’da, şairlerimizi aldılar, henüz oğulluktan çekilmemiş genç babaları, ruhlarından, kalplerinden, gencecik bedenlerine yaralar açarak ve gözlerindeki bakışı ve kalplerindeki iyiliği ve düşlerindeki akışı...

Benim mavi babam 20 yıl önce gitti, şimdi onun yaşındayım. Babamdı, baba derdim demesine de, baba buysa iyi bir şeymiş diye de düşünürdüm. Benim mavi kardeşim 7 yıl önce gitti, onun yaşını çoktan geçtim, babamdan el almış, bir de gülüşelim diye, kel almış bir hoş adamdı, Nazlı Irmak’ın babasıydı, o da ne “devlet baba” gibiydi ne de çatık kaş otoriter baba figürüydü, çocuklarından nerdeyse ağabey olacak kadar büyük ve farklıydı ikisi de, babası da oğlu da, daha fazla değil!

12 Haziran’da da mavilerden Boğaç gitti, babası meyhane, bar arkadaşımdı, rakı arkadaşım, Yakup’tan Refik’ten, Bilsak Bar’dan, Mısır Apartmanı’ndaki İktisatçılar Lokali’nden, şimdi çoğu gitti azı kaldı yerlerden. Tiyatro sanatçısı, Şehir Tiyatroları’ndan Haldun Ergüvenç. Boğaç onun 52 yaşında yitirdiğimiz oğlu işte. Ulaş ve Uras’ın babası.

Daha iki yıl önce gittikleri Urla’dan Boğaç’ı getirdiler, babası Haldun’un yanına iliştirdiler, Ulaş ot, bitki ve toprak da getirmiş bahçelerinden. Babasının üstünü örttü onlarla. Beni her şey ağlatabilir, bu veda nasıl ağlatmasın? Ulaş, kızım Nar’ın sınıf arkadaşı, 16 yaşında, Uras 8, annesi Hale, Boğaç’ın veda ettiğini söyleyince “Şimdi beni göbeğinde kim hoplatacak?” demiş, beni her şey ağlatabilir, hele bugünlerde, hele Haziran’da, hele Babalar Günü’nde... Can Yücel toprağa verilirken torunu küçük Can “Dedemi ekiyorlar!” demişti. “Ağlatman beni, söyletmen beni.” 

Ece Ayhan’a katılıyorum, daha oğul yaşında babalar bunlar ve oğulluktan sessizce çekiliyorlar, babalıktan acıyla, kederle, yasla...

ANA DÜŞÜNCE Babalarımıza değil annelerimize çekmeliyiz! !
YARDIMCI KİTAP Şu Benim Mavi Babam, Haydar Ergülen, Günışığı Kitaplığı, 2022.