DERSİMİZ Müzik
KONUMUZ Mevsimler 

Müzik güzel bir sanattır. Müzik ruhun gıdasıdır. Müzik girmeyen eve güneş de girmez! Müziksiz kalan bir evin ruhu da bomboştur! Müzik dinlemeyenin işi doğru gitmez! Müziksiz bir insanın yüzü gülmez! Arkadaşlığın bir müziği vardır, yoksa yürümez! Müziğin eşlik etmediği aşklar çabucak solar! Müzik yeryüzünün nefes almasıdır... 

Mevsimlerden yaz, derslerden müzik, konuya gelince müziğe ilişkin her şey diyelim, bu yaza, aşka, insana, yaşama, dünyaya ait her şey anlamına da gelir, daha nice anlamlara da gelir ki onları da anlamaya ve dahi anlatmaya ne bu ders ne bu sayfa yeter!

Vivaldi’nin “Dört Mevsim”i aslında müziğin de tanımı gibi, her mevsimin bir müziği var, sanırım yazın müziği de, hem rock hem de popu içeren ve 60 yıldır süren Türkçe Sözlü Hafif Müzik. Bu dersin çooook uzun hali olan ve sonbaharda yayımlayacağım Türkçenin Yazı adlı kitabım da işte bu müziği ve onun yorumcularını ele alıyor. Kimler yok ki! 

Derste kendi kitabımdan söz etme nedenim, müziğin mevsimlerle ilişkisinden ötürü, eh kitabımın adı da yaza değğin olduğu için kendiliğinden beliriverdi sayfada! Zira hafif müzik, buna pop ve rock da dahil, yaz mevsimidir nazarımda. Diğerlerini de hemen söyleyeyim, klasik müzik güzdür, caz kıştır, Türk sanat müziği ve Türk Halk Müziğini de bahar diye bilirim! Özgün müzik, Flamenko, tango, kanto, şanson, napoliten ve başka müzikleri de siz uygun olduğunu düşündüğünüz mevsimlerle eşleştirin! 

Var olmasından başlayarak insana eşlik eden sestir. Doğanın, rüzgarın, suyun, göğün, taşın, dağın, ağaçların, ormanın, kuşların, hayvanların, gecenin, karanlığın, yürümenin sesi. Bunlar öte yandan korkunun, gerginliğin, tedirginliğin, yalnızlığın, kavuşmanın,  yaralanmanın, ölümün, sevincin, gülüşün, kahkahanın, ağlayışın, gözyaşının sesleri olarak da atmosfer duygusunun pekişmesine yol açar insanlarda. Afrika’da hala insan sesi bir enstrüman gibi kullanılıyor, müziğin kendisi olarak. Pek az enstrümanla insan sesinin gücünü ortaya çıkarıyor müzik. Bizde de Erkan Oğur, Arif Sağ, Neşet Ertaş’ı dinlerken duyduğum şey budur. 

Müzik ışığa benzer, duygusu öyle yansır bana. Özellikle yaz ışığı. Son yıllarda çok güzel yaz şarkıları da çıkıyor, yaz aşkları gibi bir mevsimlik ömürleri oluyor ama,
olsun, zaten ömür kaç mevsim ki? Yaz aşkları yeniyetmeliğe, gençliğe göz kırpar, yaz şarkıları öyle midir, hepimizin gençliğine, anılarına, güzel zamanlara seslenir onlar. Unutulmayanlardan olurlar. Hafif midir yaz şarkıları, hafiftir, ama bu içli olmalarını engellemez. Belki de yaz, şarkılarıyla yazdır, daha güzeldir...

Aldım başımı gidiyorum, yazlarım geçti ya, artık onların peşinden kovalayacak yaşta da değilim, yaz gitmiş, şarkıları kalmış bana. Müzik de işte o şarkılar gibi ne çok duygu uyandırır insanda. Bazen günaydın yerine geçer bazen gözaydınlığı, ışığı çapkınca göz kırpar bazen, bana olduğu gibi avuttuğu da olur, avunmalık olur, bir ıslığın çağrısına da uyar ve eski haziranlarda, Urla yollarında, Necati Cumalı’nın yaz şiirlerinden olan “Kızılçullu Yolları”ndaki gibi bir çocukluk olur, özlemdir, gelir şuramızda durur, biz de burada duralım, bir teneffüs arası verelim!

Müziğe kulak verirsen sanata, estetiğe, uyuma da gönül vermiş olursun, daha ötesi müziğe kalbini açarsan dünya da sana açılır. Yabancılığın azalır, yakınlığın artar, farklılıklara notalar üzerinden, ezgilerin büyüsüyle yaklaşırsın, “biz kimseye kin tutmayız/düşmanımız kindir bizim” dersin Türkmen Kocası Yunus Emre gibi. Evrensel dilden söz ederiz sıkça, edebiyatta da en çok şiire yakıştırırız bunu. Fakat müzik gibi, dans gibi insanlığın en eski, en doğal güzellikleri evrensel dilin hiç kuşkusuz en başta gelen kurucuları, yaygınlaştırıcıları ve sürdürücüleridir.

Müziğin ışığından söz ettim, bu aydınlanma anlamına da gelir. İç aydınlanması, düşünsel aydınlanma, toplumsal aydınlanma...Yenilenme, tazelenme, coşku, devrimci ataklar, farklılıklarla barış içinde bir arada yaşamak, birbirlerine kulak vermek ve uyumlu bir toplum gerçekleştirmek.

Paylaşılamayan şarkıları düşünün, “Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur” sözleriyle başlayan “Katibim” şarkısıyla, yalnızca sözleriyle değil müziğinin de hüznüyle hepimizi etkileyen “Sarı Gelin” türküsü, dertlerin de benzer olduğunu göstermez mi?

Dinsel aşırılıklar ne yazık ki müziği de müzisyenleri de etkiliyor, 6-7 yıl kadar önce Afrika müziğinin kalbi olan Mali’de müzik yasaklanmış, ülkenin önde gelen bir müzisyeni öldürülmüştü, İran’da kadınların şarkı söylemesi yasak, Taliban rejimini saymıyorum bile, orada neredeyse kadın olmak yasak! Bizde de bazıları kendilerince bir ahlak uydurup yaşamın en doğal hali olan kadın-erkek birlikteliğini bile kınıyorlar, ki asıl ahlaksızlık bu! Aşk olmazsa dünyaya niye gelsin insan behey zavallılar! Şeriat heveslileri, tarikatlar, cemaatlar ve kurdukları iktidar destekli birlikler, dernekler, kurslar, yurtlar ve ‘sivil toplum’ dedikleri örgütler aracılığıyla, beğenmedikleri, dekolte buldukları, düşünceleri ters gelen müzisyenlerin dinletilerini, etkinliklerini engellemeye başladılar, güncel sanat sergilerini basıyor, kaldırılmasını istiyorlar, gençlerin yaz aylarında kamp kurarak bir araya geldikleri, eğlendikleri, dans ettikleri müzik festivallerini hem içki tüketiliyor hem kadın-erkek bir araya geliyor gerekçesiyle belediye başkanlarına, valilere yasaklatmaya kadar vardırdılar işi. Rock da var pop da, arabesk de var türkü de yasaklananlar arasında. ‘Değerlerimiz’ dedikleri ve toplumsal yapımızla, yaşayışımızla hiç ilgisi olmayan anlayışlar ne zaman Anadolu’nun değerleri oldu ki? Dinsel yargılar, yasaklar laik bir ülkenin değerleri olamaz, ancak inananları bağlar! Nerdeyse genç olmayı, kadın olmayı, gülmeyi, eğlenmeyi yasaklamak Tanrı’nın buyruğu, isteği olabilir mi? Öyleyse biz başka Tanrılara inanıyoruz demektir!

Bizim inandığımız Tanrı müziğin, resmin, eğlenip gülmenin, genç olmanın dans etmenin, şiirin de dünyayı cennete çevireceğini düşündüğü için bizi yollamış olmalı!

ANA DÜŞÜNCE “Ahlakın ahlaksızların elinde olduğu bir toplumdan hayır bekleme!” Hz. Ali 
YARDIMCI KİTAP Aşıklar Cemi, Haydar Ergülen, İthaki Y.