DERSİMİZ Sinema
KONUMUZ Sosyal mesaj

Kente gelen köylünün trajedisini, komedisini bir arada, fars olarak en son Züğürt Ağa’da izlemiştik. Züğürt Ağa’nın çaresizliğini Şener Şen canlandırmıştı, Yavuz Turgul’un senaryosunu da Nesli Çölgeçen çekmişti. Ağa’nın ya da köylünün kimi komik hallerini de unutulmaz Kemal Sunal filmlerinde görmüş, gözyaşlarımızı silerken de güleriz ağlanacak hallerimize demiştik!

40 yıl mı ne oldu? O günden sonra da köylüler televizyona taşındı, dizilerde kimi zaman abartılmış şivelerle bir hanım ağanın ya da bey oğlunun sadık bendeleri olarak göründüler. Başrollerinde insandan çok mekânın olduğu diziler, Nevşehir’den Mardin’e, Urfa’ya çekildi durdu, Türkiye konağa doydu! “Ağalık vermekle” oluyordu, öyleyse ağası da hanım ağası da, Allah onlardan bin kerre razı olsun, hiçbirini namerde muhtaç etmiyordu, her derdine koşuyor, düğününde cenazesinde hep yanında oluyordu...

Anlaşılan Kemal Tahir’in “kerim devlet”i Osmanlı’dan sonra devam ediyordu! Sınıfsal hiçbir şey yoktu, Allah nasıl herkesin rızkını verirse, köylünün karnını da diziler doyuruyordu!

Seyredenler de mutlanıyor, sabah kargalar kahvaltısını etmeden uykulu gözlerle sokağa çıkacağını, işine yetişmek için koşturacağını unutarak payına düşen şükrü tekrarlıyordu!

Hanımın Çiftliği, Bereketli Topraklar Üzerinde gibi birkaç dizi ise, Orhan Kemal romanlarından uyarlanmış olmanın sağlamlığını taşıyor, hem köylülüğün sorunlarını ortaya koyuyor hem de çatışmayı sınıfsal temelinde ele alıyordu. Devrimcilere övgüler düzen Öyle Bir Geçer Zaman ki, Hatırla Sevgilim dizilerini de bir anlamda alternatif olanlara eklemek gerek.

Yine bir Orhan Kemal klasiği olan Gurbet Kuşları’nı Halit Refiğ filme çekmişti 1964’de, tam iç göçün başladığı yıllar, Adana’dan İstanbul’a gelen ailenin, kardeşlerin yıkımı ve çöküşü. Sonra Türkiye’de göç hiç durmadı, köylerde kimse kalmadı, ama kente gelen ya da kentin çeperlerinde kalanlar orada kaldı, bir filmin kahramanı, öznesi olamadılar! Orada unutuldular. Biz de unuttuk onları!

Köylerde kimse kalmamıştı ama, köyler yalnızca kentlerin çekiciliğine kapıldığı için boşalmamıştı, yakılmış yıkılmış zorla boşaltılmıştı! Eskiden ağanın, jandarmanın yaptığı baskıyı şimdi de devlet güçleri yapıyordu! Dokunmak tehlikeliydi, bazı Kürt yönetmenlerin filmleri suya sabuna dokunuyordu ama onlar da ya yasaklandılar ya da uzun süre gösterimde kalamadılar!

Gerçekliğin eskimesinden söz ediliyordu. Gerçeklik hiçbir zaman bu denli hızla eskimemişti! O nedenle ne yapılsa buza yazı yazmak gibiydi! Hemen eriyor, çözülüyor ve sulanıyordu! Kim okuyor şimdi köy romanlarını diyorlardı, köy mü kaldı artık! Edebiyatın yazınsal değeri kadar tanıklığı, sosyolojisi, tarihle olan bağlantısı, yazarın dili, anlatımı, üslubu, gerçekçilik anlayışı, kazandırdıkları, ezcümle hepsi bir çırpıda yok sayılıyordu.

Şimdi de öyle, işçilerin sınıf bilincinden uzaklığı, dağınıklığı, iktidar yanlısı sarı sendikaların, uzlaşmacı konfederasyonların çoğunluk olması, din ve milliyetçiliğin sınıfı da etkilemesiyle artık işçi mücadelesini anlatan filmler yapılmıyor. Soma gibi büyük bir katliam olan maden cinayeti bile sinemada karşılığını bulamıyor. Oysa tam da aynı konuda, adı da Maden olan bir film yapılmıştı zamanında, Yavuz Özkan çekmişti.

Harika filmler yapılıyor, kentlinin, bireyin, kadının, yabancılaşmanın, yalnızlığın, ilişkilerin, dil, kimlik ve mezhep meselelerinin ele alındığı, dinbazlığın sorgulandığı filmler, güldürüler...
Tayfun Pirselimoğlu, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Ercan Kesal, Yeşim Ustaoğlu, Pelin Esmer, Barış Pirhasan, Azra Okay, Semih Kaplanoğlu, Emin Alper, Kazım Öz, Özcan Alper, Onur Ünlü, Reha Erdem... Aklıma ilk gelen adlar, hemen hepsiyle de aynı kuşaktan olduğum için pek çok filmlerini izlediğim bu yönetmenlere onlarca yeni yönetmen eklendi. Türkiye’de, yurtdışında festivallerde ödüller alıyorlar, filmleri gösterime giriyor, beğeniliyor.

Sinemamız yerden göğe pek çok konuyla ilgilenirken ve hem seyir zevki, hem sinema dili hem de konu zenginliğiyle ilgi çekerken köylülük, kente gelen köylüler, bir ayağı köyünde, proleterya dediğimiz kesim, işçi sınıfı, trikotajda, tekstilde çalışan gençler, kızlar, Alpay’ın Fabrika Kızı, Orhan Kemal’in Cemile’si, Küçücük’ü ve benzerleri artık kendilerine edebiyatta yer bulamadığı için sinemada da bulamıyor anlaşılan. Oysa tarımın, hayvancılığın dibe vurduğu, işçi sınıfının ekonomik, politik ve toplumsal olarak en ağır dönemlerini yaşadığı son yıllarda bu çöküşün ve baskının en önce edebiyata ve sinemaya yansıması beklenirdi!
Yılmaz Güney nerde, Tarık Akan nerde, Atıf Yılmaz nerde, o “sosyal mesaj” veren eski filmler nerde? 

ANA DÜŞÜNCE Edebiyat yeryüzüyse, sinema gökyüzüdür!  
YARDIMCI KİTAP Sonradan Görme, Haydar Ergülen, Kırmızı Kedi Y.