Madımak Katliamı bu savaşın en kanlı, en vahşi dönüm noktalarından biridir. Benim en çok merak ettiğim, o pek övündükleri, dillerinden düşürmedikleri Anadolu İrfanı Madımak’ta neredeydi, şimdi nerededir?

DERSİMİZ: Ortaçağ

KONUMUZ: Madımak

Avrupa’nın ortaçağını ders kitaplarından romanlara çok okuduk, çok film gördük, bir yandan özgür düşünceye engizisyon cezası veren kilise; diğer yandan bu karanlığın bir yerinden yırtılması için didinen, üreten filozoflar, ressamlar, yazarlar... Avrupa’da ortaçağ bitti, daha doğrusu bittiği sanılırken yüzlerce yıl sonra hortladı, faşizm ve gericilik kendini Hitler kılığında gösterdi bu kez, 1940-45 arası İkinci Dünya Savaşında ülkeler yıkıldı, milyonlarca insan cephede, kamplarda, gaz odalarında katledildi.

Anadolu’nun Ortaçağı yok muydu, savaşlar vardı, Moğollar Büyük Kaçgun’u yaşatıyordu, Anadolu’nun Türkmen halkı yurtsuzlukla tanışıyordu ama bir yandan da Hacı Bektaş bağlısı Yunus Emre gibi bir yeryüzü âşığı çıkıyor, “gelin tanış olalım!” diyordu. Ortaçağa karşı ilahileriyle, nefesleriyle Anadolu İrfanını temsil ediyordu. Ozanların hiçbir şeye gücü yetmese de barış türküleri söylemeleri bile kimi kötülükleri önleyebiliyor, önyargılarda gedik açabiliyordu.

Ortaçağ ne yazık ki geçirilmesi gereken bulaşıcı bir hastalık gibi, salgın gibi bazen bütün bir kıtayı etkisi altına alıyor bazen de ülkeden ülkeye bir kötülük habercisi olarak dolaşıyordu. Anadolu’ya da hayli gecikmeyle de olsa geldi, Anadolu’nun kadim halklarını birbirine düşürmek, birbirine kırdırmak ve onları katletmek devletin ve onun kışkırttığı güçlerin en birinci işi oldu: 1915’de Ermeniler, 1937-38’de Dersimliler katledildi, 6-7 Eylül 1955’te Rumlara, Yahudilere, ezcümle azınlıklara saldırıldı, evleri, dükkânları, malları yağmalandı, Aralık 1978’de Maraş Katliamında Aleviler katledildi, 2 Temmuz 1993 Sivas Madımak Oteli Katliamında sanatçılar, yazarlar, şairler, müzisyenler, tiyatrocular yakıldı, birkaç gün sonra da Başbağlar Katliamı gerçekleştirdi, 33 köylü yurttaşın kanına girildi... 

30 yıl önce bugün birbirlerine can diye seslenen, söze canlar diye başlayan bir kültürün, yolun büyük ozanı Pir Sultan Abdal için düzenlenen şenlikler can pazarına döndü ve 35 canımız yandı, biz de onlarla yandık, söz de yandı, dil de, göz de gönül de, o günden beri de Hulki Aktunç’un demesiyle “Yangın kavmindeniz ne giysek alev” olduk.

Adına “Derin” denilen ve olasılıkla “Derin”lerde örgütlenmiş bir grubun, devleti ve sistemi yönetmek, sürekli denetim altında tutmak ve gerektiğinde gereğini yapmak, yaptırmak için sık sık başvurdukları bir klişe var: Derin Anadolu. Her ne kadar bunu tefekkür ve tevekkül anlamında söylüyormuş gibi yapsalar da, onların “derin”likten anladıkları ne fikir ne sakinlik ne sabır, doğrudan doğruya kullanışlı, zaman zaman bir milis grubu gibi yönlendirebilecekleri insanlardan söz ediyorlar. Adlarına kent de denilse büyük kasabalardan farksız, köylerin bir araya gelmesinden oluşmuşa benzeyen yerleşimlerde egemen düşüncenin milliyetçilik ve muhafazakârlık karışımı olduğunu biliyoruz, bugünün olayı değil ama zaman zaman ırkçılık boyutuna varan bir milliyetçilik ve Selefî cihatçı yapılanmaları aratmayan bu dinciliğe muhafazakârlık diyemiyorum artık.

İki ortaçağ yıllar sonra buluşacaklarmış meğer. Tito’nun partizan savaşıyla kurduğu halkların birliği Yugoslavya’nın yıkılma sürecinde Sırplar, Bosnalılara çeteleri ve askerleriyle saldırıp adeta soykırım uyguladılar. Herkesin gözü önünde yıllarca süren savaşta on binlerce Bosnalı can verdi. Avrupa’nın yeni Ortaçağı 1995’e dek sürerken, Anadolu’nun Ortaçağı da Orta Anadolu’da Sivas’ta hortlayacak ve 2 Temmuz 1993’de televizyondan naklen canlı yayında, ruhunu kir, kalbini kin, gözünü kan bürümüş pisliklerin, insan görünümlü yaratıkların, devletin tekin olmayan sessizliğiyle ne demek istediğini anlayan katil sürüsünün, birbirlerine gaz vermesiyle de Cumhuriyet tarihinin tanımı en zor ve kavranması en olanaksız katliamı gerçekleşti. Umarım herkesi korkuttukları cehennem vardır ve kendi deyimleriyle zalimler için cehennem onları da yakıp kül eder! Bunu yürekten dilerim.

Şeriat provasının başlangıcı sayılır Madımak Katliamı. Düşünce özgürlüğünü savunanların, kitapların serbestçe okunup tartışılmasını isteyenlerin, Cumhuriyetin yurttaşlık bilincini taşıyanların, yeri de göğü de kadının yarattığını düşünenlerin, ezcümle eleştirel bakışla kendini, ötekini, ülkesini, dünyayı, doğayı anlamaya, yorumlamaya çalışan ve daha iyisine ulaşmayı düşleyenlerin varlığından rahatsız olanların, inancıyla yetinmeyip, bunu başkalarının inançları ya da inançsızlığıyla sınayanların, başkalarının kanını dökmenin kendi kanını daha asil kılacağını düşünen soysuzların, kendi dinini başka dinlerden daha kutsal görenlerin, dindarlık böyle düşünmek midir emin değilim, sürü halinde işledikleri toplukırımdır, cinayettir. İnanıyorsan tüm dinlerin Allah katında muteber olduğuna ve tüm peygamberlerin Allah tarafından gönderildiğine de iman ediyorsun demektir. Fakat yobazsan, bağnazsan dini de bir yarışmaya çevirir ve sevap almayı da puan toplamaya dönüştürürsün, cennet seni bekliyor ya, ondan! Irkçıysan yalnızca senin kanın asildir! Diğerleri bozuk kandır!

Necip Fazıl’ın öngördüğü, daha doğrusu Şeriat yönetiminin Türkçe uyarlaması olan Başyücelik devletiyle laik Cumhuriyetin savaşı sürüyor. Madımak Katliamı bu savaşın en kanlı, en vahşi dönüm noktalarından biridir. Benim en çok merak ettiğim, o pek övündükleri, dillerinden düşürmedikleri Anadolu İrfanı Madımak’ta neredeydi, şimdi nerededir? Dersimizde bu konuya bir yanıt veremedik ne yazık ki, derdimiz olarak sürüyor!

ANA DÜŞÜNCE Ey insan, yananlardan mısın yakanlardan mı? 

YARDIMCI KİTAP Merdivende Üç Şair, Orhan Tüleylioğlu, KırmızıKedi Y.

*Şair, Yazar.