Geçenlerde bir bürokrat, AKP döneminde yapılan ihaleleri konuşulurken; “Ethem Sancak’ın tank-palet fabrikasını nasıl satın aldığına dair açıklamasından ne anladınız?” diye sordu.

“Bir o değil ki, herkes Erdoğan’a övgüde birbiriyle yarışıyorlar. Yağlama, yıkama” cevabını müstehzi bir ifadeyle dinledikten sonra, cep telefonundan Sancak’ın o konuşmasını bulup okudu:

“Liderimiz bana dedi ki, ‘Sen o otomotiv şirketinin altından kalkabilir misin?’ Vallahi ne emrederseniz onu yaparım. Ama buna gücüm yetmeyebilir. (…) Katar’la neredeyse tek millet iki devlet haline geldik. Allah da gani gani para vermiş Katar’a. Emir de sizi kırmaz. Katar devletini ve silahlı kuvvetlerini bana ortak ederseniz bu işin altından kalkarız. Sağ olsun, sayın Emir’i aradı, o da kırmadı. BMC’nin yüzde 50 eksi birini Katar ordusuna sattım. Tek başına yapmak istemiyordum. Benim gibi deli bir Laz ortak da önerdi bana Sayın Cumhurbaşkanım. Onu da yanıma aldım: Talip Öztürk, eşit bölüştük.”

Bir iki saniye bakışlarını üzerimizde gezdirdikten sonra; “Öyle basitçe yağcılık değil” dedi. “Mahkemeye konuşuyor. Yarın bir iktidar değişse, kamu ihalelerinin altındaki imzaları nedeniyle ipi çekilecek o kadar çok insan var ki. Kimileri kendince tedbir alıyor. Sancak da, tank-palet fabrikası dava konusu olsa, kayda geçirttiği yukarıdaki konuşmayı hatırlatıp, ben yapmadım, yaptırdılar” diyecek!

Çiğdem Toker, kamu ihalelerinde neyin nasıl yapıldığına dair örnek bir gazetecilik yaptı ve bu yüzden de mahkeme mahkeme dolaştı durdu. Geçenlerde okurla buluşan “Olağan İşler” kitabında, hiçbir kılıfa sokulamayacak ve asla olağan sayılamayacak kamu ihalelerinin nasıl olağan işe dönüştüğünü; “21/b adı altında yapılan rekabetsiz, kapalı ve devleti zarara uğratan ihaleler ile bir grup firmaya aktarılan kamu kaynaklarını gözler önüne seriyor.”

Son günlerin tartışmalarına bakın; AKP içinde kendi akçeli işleri konuşulmaya, taraflar birbirlerini akçeli işler üzerinden vurmaya başladılar.

AKP’nin yumuşak karnı burası; ihaleler, tahsisler, özelleştirmeler, arsa satışları… Yumuşak karın burası ama parti içi çatışmada oraya çalışmak tarafların tümü açısından riskli.

Daha düne kadar ne yaptılarsa birlikte yapmış olanlar, bugün yollarını ayırdıkları yapıyla yolsuzluk-dürüstlük bağlamında kapıştıklarında ortaya hepsini zorlayacak bilgi ve belgelerin dökülmesi kaçınılmaz.

Ancak, ok yaydan çıktı bir kere, durdurmaya güç yetmez. Aile içi kavga bir kez çıkmaya görsün artık kavgaların en kanlısı olmaya adaydır!

Erdoğan’ın “Bunlar mı dürüst?” diye partisinden ayrılıp parti kurmaya yönelenleri hedef alması, Davutoğlu’nun da “Şu anda görev yapanlar da dahil olmak üzere bütün cumhurbaşkanları, başbakanlar, onların birinci ve ikinci derece hısım ve akrabalarının mal varlıkları TBMM’de gerekli komisyonlar kurularak araştırılmalıdır” diye meydan okuması, “halkın haber alma hakkı” adına hayırlı bir gelişme.

Kim kimi yarı yolda bıraktı, kim kimi dışarı itti, iten atan yoktu da bu gidenler kendi istedikleriyle mi gittiler tartışması daha çok AKP’nin içini ilgilendirir. Ancak, her geçen gün bu tartışmaya katılanların arttığını ve her geçen gün birilerinin daha AKP dolmuşundan indiğini göreceğiz.

Ankara’da Bahçeli-Emek hattındaki bir dolmuşta şöyle nefis bir cümle okumuştum; “Biz kimseyi yarı yolda bırakmadık, onlar müsait bir yerde indiler”.

AKP’den uzaklaşanlar arasında yarı yolda bırakıldığını düşünenler de yok değil, ama gerçek şu ki, dolmuş çok daha fazla müşterinin ineceği o “müsait yer”e iyice yaklaştı!

cukurda-defineci-avi-540867-1.