Artık tragedya öldü. Acının kederin kaçınılmaz ince hazzı artık yaşanmıyor. Şimdinin sermaye sahipleri dünyanın neresine sığınacaklarını, nerede kendilerine güvenli bir site kurabileceklerini bilemiyorlar.

Yas zamanı geçip gitti çoktan

Shakespeare, Atinalı Timon’u yazdı ama sağlığında oynanamadı bu önemli oyun. İddia odur ki, Atinalı Timon gerçek bir kişiden esinlenmiştir. Plutarkhos’un “Marcus Antonius’un yaşamını” anlatırken Timon’dan söz ettiği, onu “Dostları tarafından terk edilen insan sevmez bir kişi” olarak tanıttığı söylenir. Oyunları Roma, eski Yunan ve İngiliz krallarının, imparatorlarının yaşamlarıyla bağlı tragedyalardan oluşan yazarın belki de zengin bir Atinalıyı, Atinalı Timon’u anlatan ve hep sessizliğe gömülmek istenen bu eserini en güzel oyunlardan birisi yapan, onun insanın parayla kölece ilişkisini tragedyanın başkahramanı yapmış olmasıdır.  

Hâlâ öyle değil midir? 

*** 

Öyledir ve insanoğlu hâlâ mülkiyetin bu genel hali ile çelişkisini görebilmiş, çözmeye girişebilmiş değil. Denedi evet, ama mülkiyetin kahredici hâkimiyeti kırılamadı. İşte Shakespeare’in Atinalı Timon’u, zenginliğini dostları ile paylaşıp tükettikten sonra kendini bir bir terk eden arkadaşlarına kızgınlığını tüm insanlara yüklerken ortaya çıkan gerçek buydu. 1844 El Yazmaları’nda burjuva toplumunda paranın gücünü anlatırken Shakespeare’e geniş yer ayıran Marx, başeseri Kapital’de de (1. cilt; s. 135. Yordam Kitap) Atinalı Timon’un “altın”ı anlatan şu tiradını yinelemişti: “Altın sarı pırıl pırıl kıymetli altın / Bunun bu kadarı karayı ak çirkini güzel / Eğriyi doğru alçağı yüksek, ihtiyarı genç, korkağı yiğit eder.” 

Öyle ediyor. 

*** 

Ama paranın işlevi artık finans dünyasının, bunalımdan bunalıma koşan “zekâ küpü” CEO’ları, uzmanları, düzgün takım elbise ile bankalarda hizmet gören ve akşamları gün boyu saydıkları paranın küçücük bir parçası ile nefis körleten memurları eliyle çeşitlendi. Atinalı Timon günümüzde yaşasaydı, servetini dostlarına dağıtmayacak, büyük bir olasılıkla onları hisse senetleriyle halka açılma ali cengiziyle kendine bağlamayı yeğleyecek, borsada değerlendirecekti. Arada bir fabrikalarının başına getirdiği müdürleri denetleyecek, siyasilerle arasını iyi tutarak yatırımlarını genişletecek, gazete-TV kanalı satın alacak, müfettişlerin şirketlerini iki de bir denetlemesini önleyecek, vergi ödememenin bin bir türlü yolunu öğreten uzmanlarla akşamları lüks lokantalarda şampanya patlatacaktı. Parayı korumanın ve çoğaltmanın tadını almış sonradan görmeleri küçümseyecek, onları kullandıktan sonra gözyaşı dökmeden sıranın dışına itivermenin tadını çıkaracaktı. Atinalı Timon günümüzde yaşasaydı insanları yine sevmeyecek ama bu kez ortaya bir tragedya çıkmayacak, çağdaş bir Shakespeare de yazacak bir şey bulamayacaktı çağımızın bu sıradan, kasaba ruhlu, koca bir yüzyılda köyden kente göçememiş Timon’larında. 

*** 

Bu nedenle günümüzün burjuvasından kahraman çıkmıyor. Mülkiyetle derin bir çelişki içindeki insanı evvel eski sevmeyen üretim araçlarının mülküne sahip burjuvanın aydını da, sahiplendiği sistemin içyüzünü öğrenme, tragedyasını yaşama merakına sahip değil. Paranın değeri sanal dünyada arttıkça gerçekte niçin pula döndüğünü bile bilmiyor. Yoksullukla bire bir karşı karşıya kalmamanın, onu görmemenin yollarını arıyor; hep yüksek duvarlarla çevrili siteler kurma merakında. Devletiyle ilişkisinde egemenliğini sakınırken, bu egemenliğin kişisel düzeyde ancak devletle iç içe geçerek, siyasete yaltaklanarak korunabileceğini biliyor.  

Hep öyleydi ama tragedya bu duruma itirazdan çıkar; ütopyalarını, krala ve kiliseye sadakatle yaşarken savunma cesareti gösteren Thomas Morus’lar idama böyle giderlerdi. Şimdinin sonradan görme zengini ve enteli ise sıradandır, sıradan işler yapıyor. Parasını pulunu arkadaşlarıyla paylaştığı için yoksullaşan ve terk edilen Atinalı Timon, tragedyasını bir nihilist olarak tamamlıyor. Oyunda, gerçeklerin altı çiziliyor, mülkiyetle insan arasındaki temel karşıtlık resmediliyor. Günümüzün yazarları ise tragedyasını yazabilecekleri bir burjuva bulamıyorlar. Bu nedenle gazetelerin magazin sayfalarında gezinen yeni zenginler, zamanımızın mülk sahipleri, artık bir tragedyanın değil, sıradan bir trajedinin kahramanı bile değildirler. Peki, durup dururken nereden çıktı bu Atinalı Timon diyorsanız, derim ki; günceli kovalamaktan asıl konuya gelemiyorduk... 

Şimdi zamanıdır… 

*** 

Bir zamanlar kendi çıkarlarını korumak için toplumsal bir altüst oluşun öncüsü olma riskini göze almaktan kendini alamayan burjuvazi birinci ve ikinci dünya savaşlarında kendine daha istikrarlı bir dünya kurarken hemen her yerde tartışmasız krallığını yaygınlaştırmanın da yolunu buldu. İtiraz eden halklar kolayca kırılırken ölümler istatistik, dinler çağdaş uyuşturucu olmanın yeni yöntemleriyle tanıştırıldı. Doğunun geriliği bu yeni duruma bile gerek duyulmayacak fırsatlarla doluydu. Modern dünyanın kısaca Batı’nın her yere yetişen ve her geçen gün ulaşılmaz teknolojiyle kendini karşı konulmaz güç olarak kabul ettiren dayanılmaz varlığının içten çürüme belirtileri göstermesi yolun sonu değilse de nihayet inişin başlayacağı zirveyi işaret ediyordu. Atinalı Timon paranın anlaşılmaz gücüyle ne yaptığını bilemez, parasız kalınca kendini terk eden insana öfke duymakta haklıydı ama gerçekçi değildi.  

Artık tragedya öldü. Acının kederin kaçınılmaz ince hazzı artık yaşanmıyor. Şimdinin sermaye sahipleri dünyanın neresine sığınacaklarını, nerede kendilerine güvenli bir site kurabileceklerini bilemiyorlar. Paralarını dünyanın neresinde güvenle koruyabileceklerini, hangi krallığın dokunulmaz olduğunu, dokunulmaz hesap sorulmaz gizli dünya köşelerinin nerede bulunduğunu keşfetmek, her geçen gün kendini çoğaltan paranın sarı altının dokunulmaz dövizin sanal dünya nimetlerini tehlike olmaksızın sınırsız çoğaltabilmek ve rahatça tüketebilmek istiyorlar.  

*** 

Onlara yol göstermenin, acı gerçekleri söylemenin zamanı çoktan geldi. Ama bunun bir koşulu var. Eski olanı gömmek. Matta’nın 8. Bölümünde İsa’nın peşinden gitmek isteyen bir şakirt İsa’ya “izin ver de önce gidip babamı gömeyim” dedi. İsa izin vermedi. “Ardımdan gel, dedi bırak ölüleri, kendi ölülerini gömsünler.” Marx da 18 Brumaire’de öyle söylememiş miydi? Zamanı geriye sarmak değil geleceği kurmaksa mesele sermaye sahiplerine acı gerçekleri anlatmanın, onlara ve geleceğin ışığını taşıyanlara, yolu göstermek, ölülerin kendi ölülerini gömmeleri gerektiğini, yeni dünyanın ışığının geçmişin tekrarında olmadığını söylemektir. İçine kapanmış çaresiz bireyin acısını anlatmaktan başka bir şey olmayan tragedya da geçmişle birlikte öldü.  

Yas tutmanın zamanı geçip gitti. Gidenlerden geriye kalanı neşe içinde toplayıp yola çıkmanın zamanı geldi...