Yaşam tarzına sığınmış Laiklik
Laiklik; hurafeye politik özgürlük tanıyan, düşünceyi dogmaya kurban eden, bilimle “dünya düzdür” diyen safsata arasında eşitlik arayan bir politika değildir. Dogmalarda, yasaklarda ısrar eden Hıristiyanlık bu nedenle bilim karşısında sürekli geriledi, Hıristiyan teolojisi egemen konumunu terk etti. Bu trend bilimin gelişmesiyle süreklilik kazanacaktır.
Korona salgınının etkisini hiç değilse bir ölçüde azaltabilmek, ölümleri durdurabilmek için ilan edilen kısmi kapanmadan, bugüne kadar sürdürülmüş yanlış stratejiye, programsızlığa, aşı konusundaki beceriksizliğe karşın umutlu olmak istiyoruz. İstiyoruz ama çalışanları kapsamayan bir kapanmanın etkisinin sınırlı ve geçici olacağı da ortada. Bu arada iktidar partisinin felaketlerden; siyasal, ideolojik çıkar sağlamak için hiçbir fırsatı kaçırmadığı, özellikle dinsel duyarlılığın muhalefetin zayıf noktası olduğunu da bildiği için içki yasağı türünden konular üzerinde yoğunlaştığı görülüyor.
Ne yasayla ne kararname ile düzenlenmiş, pandemi ile mücadeleyle hiçbir ilgisi, ilişkisi olmayan “içki yasağının” sözlü “emir”le uygulamaya konulması yeni aşamanın habercisidir. Demek ki artık demokrasi karşıtı olsun olmasın yasa yapmak, kararname çıkarmak gibi zahmetli yollar bir kenara bırakılacak, tek yetkilinin ya da onun yetki verdiği kişilerin açıklamaları yasa ya da kararname hükmünde olacaktır. Dahası yasa hükümlerinin genelgelerle değiştirildiği örnekler de gündemdedir. (Bkz. Oğuz Oyan, Gemi Azıya Almak. Sol Haber sitesi)
Ama konuyu dağıtmayalım, yasadışı içki yasağına karşı çıkanların bir kesimi içki stoku yaparak kendilerini bu karara itiraz etmiş sayıp rahatladılar. Diğer bir kesim ise kararın yasadışılığına vurgu yaparak asıl itiraz edilmesi gereken noktanın yasaklamanın bir yasaya dayanmaması olduğunu savundu. İçki satan esnafların temsilcisi ile esnaf derneklerinin üst örgütünün başkanı “yasa, kararname ya da karar yoksa uygulamayız, satmaya devam ederiz” dediler. Bu arada meselenin insanların yaşam tarzına karışmak olduğunun da altı çizildi. Konunun sekülerizmle, laiklikle ilişkisi pek gündeme gelmedi.
SEKÜLERİZM BİLİMİN NEDENİ VE GEREĞİ
Sekülerizm, aklı temel alan aydınlanmanın önemli unsurlarından birisidir. Aydınlanmanın içinde ve içine doğdu. Doğal olarak bilimle bilimsel gelişmeyle paralel bir gelişme gösterdi. Biri diğerinin sebebi ve sonucudur. Batıda dinde reform ve rönesans bilimsel gelişmenin önündeki engelleri önemli ölçüde kaldırdı. Fizikte, astronomide Kopernik’in devrimi ile Darwin’in evrim teorisi metafiziğe büyük darbe indirdi. Böylece din ile bilim arasındaki çelişki ve çatışmada din hayatı belirleyen temel olma işlevinde geriledi. Bu kapsamda sekülerleşmenin bir önemli bileşeni kadın erkek eşitliği mücadelesi hareketlendi; son yüzyılda sekülerleşmeyi güçlendiren önemli bir öge oldu.
Metafiziğin, dinin, teolojinin direnişi; nihayet bir ölçüde gerilemesi kanlı bir yüzyılın hikâyesidir. Bu savaşı yürütenler kimi zaman işkenceyle sonuçlanan engizisyon yargısıyla karşılaştılar. Galileo Galilei’nin mücadelesi buna örnektir. Engizisyonun dayatmalarını “kabul etmek zorunda” kaldığı ama tezlerinden de vazgeçmediği biliniyor. Onun üzerinde pek durulmamış çalışmalarından birisi 1587 yılında Floransa Akademisi’nin üyelerine verdiği Türkçeye 2009’da çevrilen “Dante’nin Cehenneminin Biçimi, Konumu ve Büyüklüğü Üzerine İki Ders”tir (Bilim Kültür Sanat Yayınları). Burada Dante’nin İlahi Komedya adlı eserindeki Cehennemi, bu metafizik dünyayı bilimin o günlerde geçerli ölçüm kurallarıyla anlatmayı deneyen Galileo ve çağdaşları “Orta Çağ düşüncesinde büyük bir ağırlığı olan, günahların cezası ya da ruhun kurtuluşu gibi konulara ilgi azalırken kendilerini, nesnelerin ve dünyanın ardında yatan somut gerçekleri keşfetmeye adamışlardı.” (Age, Önsöz, Lucette Degryse, sf.14). Galileo’nun, cehennemi; matematiğin, fiziğin o günkü bilgileriyle nesneleştirdiği çalışmasından sonra; Galileo, Kopernik’in kuramını benimsediğini açıklamış, 1610’dan sonra açık bir şekilde savunmaya başlamıştır (Age. sf.138). Kısacası metafiziğe, teolojinin engizisyonla kendini dayatmasına karşı çıkmak o kadar kolay olmamıştır. Bu süreç aynı zamanda sekülerizmin gelişme sürecidir.
LAİKLİK DEVLETİN SEKÜLER POLİTİKASI
Sekülerizmle laiklik iç içe geçmiş birbirinin karşıtı olmayan kavramlardır. Sekülerizm, bilimin yol arkadaşı ise laiklik de seküler dünyada devletin, din ile ilişkisini düzenleyen politikasıdır. Bu politikanın ana çizgisi sekülerizmin akla dayanan, hurafeyi reddeden, hurafeyle bilim arasında bir uzlaşmayı önermeyen çizgidir. Voltaire’e atfedilen, “görüşlerinize katılmıyorum ama onları söyleyebilmeniz için canımı veririm” yaygın klişenin uydurma ve Voltaire’in düşüncelerine denk düşmediği ortaya çıktı. Steven Lukes’in, Bilim Sanat Yayınları arasında çıkan “Profesör Caritat’ın Şaşırtıcı Aydınlanması” adlı eserinden Özgür Şen’in (Türkiye’de Laiklik ve Sol, sf.31. Yazılama Yayınları) aktardığı, Voltaire’nin mantığının önyargılara ve saplantılara saygı duymayı kabul edemeyeceği varsayımına dayalı “diyalogda” “kişi önyargılara ve saplantılara nasıl saygı duyabilir? Hem karşılıklı olarak çatışan iddialar nasıl olur da eş ölçüde geçerli olabilir?” sorusu Voltaire’e daha çok uygun düşüyordu.
Laiklik; hurafeye politik özgürlük tanıyan, düşünceyi dogmaya kurban eden, bilimle “dünya düzdür” diyen safsata arasında eşitlik arayan bir politika değildir. Dogmalarda, yasaklarda ısrar eden Hıristiyanlık bu nedenle bilim karşısında sürekli geriledi, Hıristiyan teolojisi egemen konumunu terk etti. Bu trend bilimin gelişmesiyle süreklilik kazanacaktır. Kuşkusuz bu, kilisenin ve egemen sistemin iddialarından vazgeçtikleri anlamına gelmez ama dünyevileşme ya da çağdaşlaşma ki çağcıl sözcüğü aynı zamanda sekülerizmin bir başka ifadesidir, karşısında gerilemek onların “kaderidir”. İslam söz konusu olduğunda ise ben[1]zer bir süreçten söz etmek pek mümkün görünmüyor.
İslam’ın reformu kabul etmeyen yapısı, sekülerizmin hurafeyle mücadelesini zorlaştırıyor. Ateizmle laikliği karıştırmamak gerektiğini anımsatıyor. Marx’ı hatırlamanın tam zamanı. Korkut Boratav Hoca’dan aktaralım: “Marx dinin iki boyutuna da değiniyor, Halk kültürü olarak din: ‘mazlum yaratığın soluğu; kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhu’dur. Ancak ideolojik sınıfsal işlevleriyle ‘halkın afyonu’ da dindir.” (Yeni Bir Aydınlanma İçin, sf.66, Yazılama). Dindar kitlenin sınıfsal konumu ile hurafeden medet uman İslamcı elitin, tarikatların, iktidar partisinin ve yaşam tarzı pek Batılı olan egemen sınıfın konumu farklıdır. Bu nedenle de laiklik sınıf mücadelesinin de ifadesidir, alanıdır, dayanağıdır.
♦♦♦
Türkiye’de laiklik karşıtı politikaların giderek etkin olması karşısında devletin laik karakterini savunanların sürekli gerilemelerini anlamak zordur. Kısa vadeli, sınırları sürekli daralan tuhaf bir meşruiyet içinde politika yapmakta direnen muhalefet, laikliği savunmayı yaşam tarzını savunma noktasına kadar geriletmiş durumdadır. Kuşkusuz ne olduğu, sınırları, karakteri tam belli olmasa da yaşam tarzı önemlidir ama laikliği özüyle, tüm ögeleriyle savunmayan, ideolojik dayanağı sekülerizmin bilim ile ilişkisini kavrayamayan, laikliği demokratikleşme ile özdeşleştirme[1]yen, eğitimdeki kalıcı tahribata karşı çıkmakta zorlanan muhalefet; pek soyut yaşam tarzına sahip çıkmakla ne laikliği ne de sekülerizmi koruyabilir. Yaşam tarzınızı korumak istiyorsanız; onu iyi tanımlamalı, işçilerin yoksulların mahkûm edildikleri yaşam tarzını unut[1]mamalı, bilim ile güçlenen sekülerizmin hurafe karşısındaki konumunu, özüyle sözüyle laikliği savunmalıyız. Yaşam tarzı, laiklik zemin yitirdiğin[1]de savunma noktası olamaz. İşimiz, bin türü yasağın içine gömülerek gizlenen içki yasağıyla, yasağın yasadışılığıyla mücadele etmekle sınırlıysa, artık adı genelgeye dönüşmüş yasaların yasadışılığı unutuluyorsa vay halimize…