Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Can Dündar ve Erdem Gül, iki buçuk aydır “Silivri Zindanı”nda yatıyor… Suçları “haber yapmak”!

Kısa bir süre önce, evlere şenlik bir iddianame ile cezalandırılmaları istendi. Hem de ne ceza!

Şaka değil: Birer kez ağırlaştırılmış müebbet + birer kez müebbet + 30’ar yıl hapis!

Tam da “kumpas davaları”nın mantığına yaraşır bir hukuk anlayışı!

İnsanın birkaç ömrü olsa, yine de yetmez bunca yıl hapis yatmaya!

Kumpas davalarının ünlü avukatı Celal Ülgen, “İddianameyi okuyunca kanım dondu. Bu, hukukun alenen katledilmesidir” diyor. Bir de karşılaştırma yapıyor: “Ergenekon, Balyoz vb. davalarda Cemaat, hiç değilse bir zahmet sahte delil üretmişti. Bu iddianamede böyle bir çaba bile yok.”

Onlarca uzman hukukçunun bu konudaki yorumlarını okudum. Hepsi de iddianamenin bir hukuk belgesi olmadığı görüşündeydi. Onların iddianameyi eleştirirken kullandıkları ağır nitelemeleri burada yinelemeyeyim…

Ama İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, bunların hiçbirini dikkate almayarak Can Dündar ve ErdemGül için düzenlenen iddianameyi kabul etti. Demek oluyor ki, arkadaşlarımız yargıç önüne çıkacakları 25 Mart’a dek cezaevinde kalacaklar…

* * *

Davanın öyküsünü biliyorsunuz…

“MİT TIR’ları”yla ilgili haber, 30 Mayıs 2015 günlü Cumhuriyet’in manşetinde yayımlanınca Saray ve çevresi küplere bindi!

Oysa aynı haber tam bir yıl önce başka bir gazetede yayımlandığında kimse umursamamıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan o gün esti gürledi! TRT’nin canlı yayınında, “Bunu yapanlar bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu!” diyerek Can Dündar'ı açıkça tehdit etti. Yetmedi! Casusluk ve ajanlıkla suçladı…

RTE böyle konuşur da iktidarın ağzına bakan savcılar durur mu? Gereğini yapmak üzere hemen harekete geçtiler…

Aslında Can Dündar o günlerde tutuklanacaktı. Ama 7 Haziran seçimlerinin dengeleri değiştiren sonucu karşısında AKP Hükümeti bunu göze alamadı. Düğmeye basmak için uygun zaman kollandı. 1 Kasım seçimlerinden “tek başına iktidar” seçeneği çıkınca, Saray’ın önünde artık engel kalmamıştı. “İntikam operasyonu” yeni koşullarda rahatlıkla gerçekleştirilebilirdi. Üstelik tüm muhalif basına da gözdağı vermek gerekiyordu. RTE’nin ve AKP iktidarının hoşuna gitmeyecek haber yapmayı düşünenler, ayaklarını denk almalıydılar! Yoksa, “bedelini ağır öderlerdi!”

Bu operasyonun sonuç vermediği de söylenemez. Örneğin iktidara görece mesafeli duran Doğan Grubu’nun, 1 Kasım seçimlerinden sonra nasıl AKP’ye yanaştığı ortada! “Havuz medyası”ndan ne farkları kaldı?

* * *

Cumhurbaşkanı ile MİT Müsteşarı’nın “müşteki” sıfatıyla taraf olduğu bir davanın sanıkları olarak yargılanıyor gazeteciler…

Böylesi hiç görülmedi!

Can Dündar ve Erdem Gül’ün haberlerinden “casusluk suçu” üreten savcılık, arkadaşlarımıza yönelttiği bu ağır suçlamalara ilişkin somut bir kanıt koyabilmiş değil ortaya. Buna karşılık, gazetede çıkan haberleri ve köşe yazılarını “suç kanıtı” diye göstermeye kalkmış…

Türkiye’de yaşananlar, çoktandır dünya medyasının da gündeminde. Uluslararası Af Örgütü, “Türkiye’de ifade özgürlüğü, tarihinin en dip noktasında. Hakaret ve terörle mücadele adı altında açılan çok sayıda haksız dava var. Çocuklar bile mahkemeye kadar gözaltında tutuluyor” diye açıklama yapmış.

Strazburg’da uluslararası bir basın kuruluşunun balkonuna dev bir afiş asılmış. Afişin üzerinde Can Dündar’ın resmi ve “Gazetecilik suç değildir!” yazısı görülüyor. “FreeDündar” (Dündar’a Özgürlük) sloganıyla bir de “hashtag” oluşturmuşlar…

Batı basınında uzunca bir süredir “Sultan” tanımlamasıyla anılıyor RTE. Rusya ve Türkiye arasındaki gerginlik de “Çar ile Sultan’ın Savaşı” olarak haberleştiriliyor. Son olarak The Economist ve La Stampa dergileri de Erdoğan için “Sultan” vurgusu yapan başlıklarla çıktılar…

* * *

Üç yıl önce bu köşede yayımlanan “Sen Ey Savcı…” başlıklı yazımda, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın savcılara seslenen unutulmaz dizelerine yer vermiştim:

“Savcı, nedir düşündün mü?
Yazıları suçlu kılan?
Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,
Ama nedir çağlar üzre,
Beni senden güçlü kılan.”

O yazıdaki son sözümü bugün de yineliyorum:

"Yazarların, ozanların, sanatçıların -bugün hangi olağanüstü yetkilerle donatılmış olurlarsa olsunlar- güdümlü savcılardan ‘çağlar üzre güçlü olduğu’, artık bilinmelidir!”