Son zamanlarda Rusya’yı fazla düşünmekten olsa gerek, rüyalarımda sık sık Moskova’yı görüyorum. Bu yazıyı yazdığım güne de Moskova sokaklarında geçen bir rüya ile başladım. Fakat...

Son zamanlarda Rusya’yı fazla düşünmekten olsa gerek, rüyalarımda sık sık Moskova’yı görüyorum. Bu yazıyı yazdığım güne de Moskova sokaklarında geçen bir rüya ile başladım. Fakat bu seferki Moskova çok tuhaftı; bildiğiniz Moskova imgelerinin ortadan kalktığı, tümüyle postmodern bir dinsel mimariyle yeniden inşa edilmiş, insanların büyük bir bölümünün ortaçağa uygun dinsel kıyafetlerle dolaştığı tuhaf bir kent... Sonra üzerinde biraz düşününce, rüyada sokaklarında dolaştığım kentin biraz Eisenstein’ın ‘Aleksander Nevsky’sinden, biraz Tarkovsky’nin ‘Andrei Rublev’inden ve bolca da geçenlerde izlediğim ‘Ostrov’dan izler taşıdığını fark ettim. 2006 tarihli ‘Ostrov’da, 2. Dünya Savaşı sırasında komutanını Nazi askerlerine teslim eden korkak bir denizcinin, sonraki 50 yıl boyunca yaşadığı vicdan azabı ve kapandığı ada manastırında din yoluyla yaşadığı arınma anlatılıyor. Ama nasıl arınma! Adam bir süre sonra mucizeler gösteren bir azize, hatta neredeyse bir peygambere dönüşüyor. Ve gün geliyor, vicdan azabının nedeni olan eski Kızılordu amirali, şifa bulsun diye hasta kızını adaya getiriyor. Gördüğünüz gibi, analize ihtiyaç bırakmayacak denli çıplak, Rusya’nın bugün bulunduğu noktaya dair rüyalara bile girebilecek ipuçları sunan bir film bu...

Tabii tek başına bir filmden bir ülkeyi okumak mümkün değil; ama ne yazık ki Rus sinemasında ‘Ostrov’un söylem düzenini destekleyen çok şeyler oluyor. Kasım 2007’de ‘Rusya korkuya inanamıyor’ başlıklı yazıda sözünü ettiğim ‘Viy’ isimli 1967 tarihli bir Gogol uyarlaması, dinsel korkularla dalgasını geçen müthiş bir film vardı. Geçen haftalarda aynı Gogol öyküsünü bu sefer ‘Vedma’ adıyla izleme fırsatı buldum. Tıpkı ‘Ostrov’ gibi 2006’da yapılan film, berbat sinematografisi bir yana, ne acıdır ki dinsel korkuların artık alay nesnesi olmaktan çıkıp ciddi ciddi dinsel arınma aracına dönüştüğü bir algı düzeyini gösteriyordu. Bu kadarla da kalmıyor: Üç gece üst üste metruk bir kilisede bir cesedin başında beklemesi gereken genç adamın öyküsü, bu sefer olay Transilvanya’ya taşınarak, 2009 Mart ayında gösterime girmek üzere yeniden filme alınıyor!

Bu, hızla dönüşerek yükselmekte olan ‘Yeni Rusya’nın sadece bir yüzü... Böyle giderse, bir süre sonra -yeni Rus çarının Donskoi Manastırı’nda takdis edilerek taç giymesinden sonra- çok daha acayip filmler izleyeceğiz.

Çarlık dediğimiz de Rusya’nın ne yazık ki bir türlü içinden söküp atamadığı bir olgu. Düşünsenize, Çarlık düzenine karşı mücadele vermiş, kitleleri ayaklandırmayı başararak bir sömürü düzenini devirmiş, bunlarla yetinmeyip tüm bir çarlık sülalesini ortadan kaldırmışsınız... Peki, böyle bir devrimden sadece yirmi yıl sonra, hem de ülkenin tepesindeki ‘devrimci lider’in özel izni ve desteğiyle, çarlara övgüler düzen ‘Alexander Nevsky’ ve ‘Korkunç İvan’ gibi filmlerin yapılmasını nasıl açıklayacaksınız? Sadece ‘faşist Almanya’ya karşı bir birlikteliğin sinemasal düzeyde sloganlaştırılması’ diyerek gülünçleşmek istemiyorsak, bu durumu ‘Stalin ve çarlık’, bir sonraki adımda ise ‘Rusya ve çarlık’ başlıkları çerçevesinde ele almamız gerekir. Sinema üzerinden gidersek: Devrim hamasetiyle dolu birçok ‘eski düzen karşıtı’ filmden bahsetmek mümkün, fakat 1973 tarihli ‘Ivan Vasilevich Menyaet Professiyu/İvan Vasilyevich Meslek Değiştiriyor’ dışında, çarlık ve çarlarla alay edebilen kaç filmden söz edebiliriz ki? (Bir zaman makinesi marifetiyle 20. yüzyıla gelen Korkunç İvan’ın sürekli çar olduğunu iddia ettiği için akıl hastanesine kapatıldığı filmde düğüm, İvan’ın kendi çağına gönderilmesiyle “Çarlık tarihe gömülmesi gerekli bir olgudur!” söylemi pratiğe dökülerek çözülüyordu.)

SSCB’nin resmen tarihe karıştığı 1991’den bu yana ABD merkezli ve ‘tek kutuplu’ olduğu iddia edilen bir dünyada yaşıyorduk -Kuveyt’e saldırdığı gerekçesiyle Irak’a giren ABD’nin, Güney Osetya’ya saldırdığı gerekçesiyle Gürcistan’a giren Rusya’ya çıkışmasındaki komik şaşkınlığa bakılırsa, buna en çok inanan ABD’ymiş! Peki şimdi ne olacak? Aşırı derecede sulu film “Zohan’a Bulaşma”daki Arap kızın sözlerine bakılırsa, ABD cephesinde söylem sorunu yok: “Amerika’da hepimiz aynıyız. Sadece yaptığımız işler farklı... Önemli olan şu: O nefretten binlerce mil uzaktayız. Burada hepimiz birlikte iyi bir şekilde yaşayabiliriz” Peki, zekâ düzeyinin düşüklüğüne rağmen kendi içinde tutarlı bu söylem karşısında, yeniden süper güç olmaya heveslenen işgalci Rusya neyi öne sürecek? ‘Üretim’in, bırakın paradigma olmayı, kavramlar düzeyinde bile tedavülden kaldırıldığı bir dönemde, sovyetleri -işçi konseyleri- öneremeyeceğine göre?..

Öyle görünüyor ki oligarklar yeni çar ailesini seçecekler, Rusya yine çok çileli bir yola girecek. Sonunda birgün gelecek, Rusya’da başka bir devrim yaşanacak. Bu devrim belki 1917’deki gibi olacak, baskı ve sömürüye karşı bir isyan; samimi, ama yetersiz ve temelsiz... Belki de, eh, diyalektik böyle bir şey, tarihe gerçek bir sosyalist toplumun kuruluş adımı olarak geçecek bir devrim olacak...